Z Kuşağını tanımak

Z kuşağını tanımak
Değerler, Tercihler, Görüşler

Yirmi beş-otuz yıllık dönemleri ifade eden kuşak kavramı,
Aynı dönemin ortak akımlarını, ortak süreç ve dönüşümlerini,
ortak keder ve sevinçlerini yaşamış bir nesli, jenerasyonu anlatır.
Yaşanan dönemin baskın çizgi ve renkleri, yaşayanlarda kendini açıkça gösterir.
Dünyanın tüm coğrafyasında aynı nesil aynı sosyokültürel süreçleri yaşamaz; “kuşaklar” bölgesel hatta ülkesel fark ve renkler de içerir.
Bulunduğumuz coğrafya kadar yaşadığımız dönem de kaderdir.

Bu araştırmada 19 ve 25 yaş aralığında yer alan, farklı sosyoekonomik bölgelerden 517’si kadın (%51,7), 483’ü erkek (%48,3) 1000 katılımcı üzerinden gençlerimizin beklentileri, kaygıları, değer yargıları, interneti kullanım amaçları, önem atfettikleri konular, siyasi eğilimleri ve siyasi liderlerden beklentileri, ülke dışında yaşama eğilimleri gibi özellikleri araştırıldı.

Özetle gençlerimizin kaygı duydukları konular içinde

ülkenin ekonomik durumu (%76,6),

gelecekleri (%72,4) ve

kariyer/iş imkânları (%68,5) en üst sırada yer alırken,

Ülke yönetimine talip liderden beklentiler içinde
İlk iki özellik
Güvenilirlik (%86) ile
Dürüstlük ve tutarlılık (%85,7) oldu.
Çalışkanlık, bilgi ve kültür de gençlerin liderde oldukça önemsedikleri özellikler arasındadır.

Katılımcıların en çok önem atfettikleri konular:

özgür olmak (%79,9),

adil ve refah içinde bir toplumda yaşamak (%79,4) ve

hayatına yön verebilmek (%73,8);

 

interneti en sık kullanma amaçları ise

sosyal medya takibi (%67,4) ve

sohbet etme/haberleşme (%52,8) olarak yanıtlandı.

 

Eğitim, iş gibi amaçlarla yurt dışında yaşamak isteyenlerin oranı %32 iken yine aynı amaçlarla yurt dışına çıkıp sonra ülkesine dönmek isteyen gençlerin oranı da %31,3 olarak bulundu.

Covid 19 pandemisi nedeniyle gençlerimizin %60 kadarı psikolojik durumlarının, %55 kadarı eğitim hayatlarının olumsuz etkilendiğini belirtti.

Gençlerimizce en yaygın siyasi eğilimleri:

Atatürkçü (%38,3),

Milliyetçi (%37,3),

Apolitik (%30,2) ve

Muhafazakâr (%27,8) olarak bildirilmiş olup,

siyasi eğilimlerinin toplumdaki genel dağılımla büyük ölçüde örtüştüğü görüldü.

Yalnızca 293 (%29,3) katılımcı hane gelirlerinin 10 bin TL ve üzerinde olduğunu,
geri kalanlar daha alt düzeyde ailesel aylık gelirleri olduğunu beyan etti.
Mali verilerin güvenilirliği tartışmalı olsa da bildirilen rakamlar nüfusun önemli bir kısmının oldukça düşük gelir gruplarında yer aldığını anlatmaktadır.
Kişisel olarak bir bilgisayara sahip olduğunu bildiren katılımcı oranı %71’dir:
Bu oran yeterli olmamakla birlikte, bilgisayar işlevi de gören “akıllı” telefonlar bu konudaki açığı bir ölçüde kapatmaktadır.

Gençlerimiz kendileri için en önemli 3 sorunu:
%69,3 oranında işsizlik,
%65,7 oranında yoksulluk,
%64,9 oranında ise şiddet ve zorbalık olarak cevapladı.
Bu veriler ülkemiz için önceliğin ekonomi ve güvenlik sorunu olduğuna işaret etmektedir.

Gençlerimizin 11 farklı özellik içinde ülke yönetimine talip liderde
en az önem atfettikleri özellikler ise
karizma (%36,8) ve
otoriterlik (%57,3) oldu.
Bu veriler gençlerimizin önceki kuşaklara göre daha rasyonel kararlar verme eğiliminde olduklarını, ülke ve dünyadaki güncel tartışmaları izlediklerini düşündürmektedir.
Genç kuşaklar somut ve gündelik hayatlarına dokunacak özellikler aramaktadırlar.

Ülkenin gidişatından memnun olmadığını net olarak beyan edenlerin oranı %48’dir.

Son söz ya da sözün bitişi
Üniversite eğitimli bir ebeveyne sahip Z kuşağı mensubu oranı önceki nesillerden daha fazladır.
Z kuşağı üyeleri, şimdiye kadarki en iyi eğitimli nesil olma yolundadırlar.
Dramatik olan ise sosyal medya okur yazarlığındaki yetersizliğimizdir: Her kişiyi, her hareketi hedef alan sayısız iletilere maruz kalan gençlerimiz “yeryüzünde iyi insan kalmadığı” şeklinde bir demoralizasyon da yaşamaktadır.
Bu kuşağın siyasi etkinliği, istikrarlı bir şekilde artmaya devam edecektir.
Z kuşağının en temel sorunu belirsiz bir geleceğe bakıyor olmalarıdır;
Oluşturulacak politikaların temel özelliği de belirsizliği ortadan kaldıracak çözümler üretmek olmalıdır.

Dijital ve müthiş bir hızla değişen dünyaya doğan Z Kuşağı her sözü, her eylemi sorgulayıp sır perdesi ardındaki efsaneleri ortadan kaldırmaktadır.

Önceki kuşakları uçuran söylemler, sözler, şiirler, Z Kuşağı için birer replik’ten öteye gitmemektedir.

Bu kuşak bir ölçüde ben-merkezciliği kadar özgürlüğe düşkünlüğü ve büyük anlatılardan çok davranışlara, duygudan çok akla ağırlık veren bir kuşak olacak gibidir.

Prof. Dr. Rüstem Aşkın

DEPRESYON HALLERİ

Depresyon basitçe derin hüzün, durgunluk, neşesizlik, isteksizlik, çöküntü ve umutsuzluk halidir.
Dünya Sağlık Örgütü, depresyonu çağımızın en önemli ve en yaygın hastalıklarından biri olarak değerlendirmektedir.

BAŞLICA DEPRESYON TÜRLERİ

• Major depresyon
• Distimi (kronik Depresyon)
• Premenstrüel depresyon
• Madde/ilaçla ortaya çıkan depresyon
• Tıbbi durumlardan kaynaklanan depresyon

Major Depresyon

Depresyon denince genel olarak kast edilen major depresyondur.

Yaygınlık
•Psikiyatrik hastalıklar arasında en sık görülenidir.
•Erişkinlerde yaklaşık her on kişiden birinde rastlanır.
•Her dört kadından biri, her 8-10 erkekten biri hayatında en az bir kez major depresif epizod geçirir.
•Orta yaşta daha sıktır. En sık gözlenen yaş aralığı 30-45.

Cinsiyet

Genel olarak depresyon tanısı konan;
•Kadınlarda hastalığı tetikleyici yaşam olaylarına daha sık rastlanır ve belirtiler daha şiddetlidir.
•Kadınlarda intihar girişimi, erkeklerde tamamlanmış intihar oranı daha fazladır.
•Kadınlarda anksiyete ve somatoform bozukluklar, yeme bozuklukları ve migrenle depresyonun birlikteliği daha sıktır.
•Kadınlardaki bu fark cinsiyet hormonların etkisi, genetik duyarlılık ya da MAO yüksekliği ve tiroid hastalıklarının daha sık olması gibi biyolojik faktörlerin yanı sıra toplumsal cinsiyet rollerinin olumsuz etkisinden de söz edilebilir.
•Evlilik erkeklerde koruyucu görünürken, evlilik doyumu az olan kadınlarda depresyon daha sık görülmektedir.
•Erkeklerde ise alkol ve madde kullanım durumu daha sıktır.

Aile öyküsü ve diğer risk etkenleri

•Birinci dereceden biyolojik akrabasında major depresyon öyküsü olanlarda depresyon olasılığı 2-4 kat artmaktadır.
•Ebeveynlerden birinde depresif bozukluk olanlarda depresyon gelişme riski %10-25 civarında olup, bu risk her iki ebeveynde depresif bozukluk olması halinde iki katına çıkmaktadır.
•Çocukluk dönemi yaşantıları, travma, kayıp ihmal, istismar dikkate değer risk etkenleridir.
•Biyolojik yolaklar üzerinden depresyona yatkınlık önemli bir etkendir.

Hastalık öncesi kişilik özellikleri ve kişiler arası ilişkilerdeki sorunlar
•Kronik stres ve olumsuz yaşam olayları
•Akut ya da tekrarlayıcı stresler, glukokortikoidler ve glutamatın etkinliğini artırarak BDNF’de azalmaya, hücre içi aktivitelerde artışa, nöron hasarı ve nöronal ölüme yol açar.
•Olumsuz sosyoekonomik durum ve yetersiz sosyal destek
•İşsizlik, yoksulluk, kent hayatı
•Anksiyete bozukluklarının varlığı
•Nörolojik hastalıklar (Parkinson, Demans, İnme)
•Endokrin hastalıklar (Tiroid hst. Cushing)
•İlaca Bağlı Depresyon: Rezerpin, Beta Blokerler, Kalsiyum Kanal Blokerleri, ACE inhibitörleri, Antikolesterol ilaçlar, Antiaritmik ilaçlar, Kortikosteroidler, Oral kontraseptifler, Antiepileptikler, Antineoplastik ilaçlar depresyonla ilişkilendirilmiştir.
•Alkol-madde kötüye kullanımı

Kindling fenomeni
Zamanla sosyal streslerin tetikleyici etkisine gerek olmaksızın epizodların kendiliğinden tekrarlaması hali.

Belirtiler

Yaygın olarak gözlenen belirtiler, çökkün duygu hali, kendini boşlukta hissetme, kederlilik, yavaşlama, unutkanlık, dalgınlık, kararsızlık, enerji azalması-bitkinlik hali, kendine bakım dahil gündelik aktivitelerin çok zor gelmesi, iştahsızlık, uykusuzluk, değersizlik duyguları, düşünmekte ya da odaklanmakta güçlük çekme, ölüm arzusu bazen ölme planları, yataktan zor kalkma, zevk/ ilgi ve istek kaybı, esprilere gülememe, iyi bir habere sevinememe..

Ağır durumlarda, tam bir umutsuzluk sorulara yanıt vermeme, hiç konuşmama, olmayan ses işitmeler, görmeler ,
Mimik ve jestlerde, konuşma hızında, yürüyüşünde, hareketlerinde belirgin bir yavaşlama, toplumdan tümüyle çekilme, aşırı ya da uygunsuz suçluluk duyguları, sabahları erkenden uyanma ve kendini daha kötü hissetme gözlenir.

MAJOR DEPRESYON TANI KRİTERLERİ (DSM V)

* İki hafta ve daha uzun süreyle aşağıdakilerden en az 5’inin gün boyu yaşanması
* (1. veya 2. kriter mutlaka bulunmalı)
1)Depresif duygudurum
2)Anhedoni, ilgi-istek kaybı
3)İştah azalması ya da artması
4)Uyku azalması ya da artması
5)Psikomotor yavaşlama ya da huzursuzluk
6)Enerji azalması ya da yorgunluk/bitkinlik
7)Değersizlik ya da suçluluk duyguları
8)Düşünmede/odaklanmakta güçlük, kararsızlık
9)Yineleyici ölüm düşünceleri/tasarlamaları/girişimi

Duygudurumla ilgili değişiklikler

•Depresif duygudurum/disfori
•Yaşamaktan, yapıp ettiklerinden zevk almama, karamsarlık, çökkünlük, hüzün, moral bozukluğu, kendini boşlukta-kederli-elemli hissetme hali
•Bu durum depresyonun başlangıcında özellikle sabahları daha yoğunken, depresyon ilerledikçe gün boyu hale gelebilir.
•Yataktan zor kalkma, esprilere gülememe, iyi bir habere sevinememe..
•İlgilerde/istekte azalma
•Anestezi: Derin bir depresyonda acı veren bir olaya karşı bile hiç bir şey hissedememe.

Bilişsel Bozulmalar
•Dikkat, bellek, bilgi işleme süreci ve yürütücü işlevlerde bozulmalar
•Düşünce sürecinde, akışında, içeriğinde bozukluklar
•Konuşma hızında yavaşlama, reaksiyon zamanında uzama
•Olumsuz/otomatik düşünceler
•Umutsuzluk
•Karar verememe
•Obsesif ruminasyon ve fobiler
•Bellek bozukluğu/yalancı bunama hali
•Algı bozuklukları (varsanı/illüzyon)

Bedensel Belirtiler

•Enerji azalması
•İştah, kilo değişikliği
•Cinsel isteksizlik
•Hastaların %80’i uykusuzluktan, %20 kadarı ise aşırı uyumaktan yakınır.
•Uykuya dalış süresinde gecikme, tüm uyku süresinde azalma, REM latansında kısalma, derin uykuda azalma

Davranışsal Belirtiler

•Gündelik aktivitelerin aşırı zor gelmesi, özbakımın azalması
•Mimik ve jestlerde, konuşma hızında, yürüyüşte, hareketlerde göze batar bir yavaşlama
•Sosyal içe çekilme

Major Depresyonun Farklı Formları

Psikotik özellikli depresyon:
Depresyon belirtilerine ek olarak hezeyan/halüsinasyon (sanrılar ve varsanılar) vardır.
Major depresyon tanısı konan hastaların %20 kadarında psikotik belirtiler gözlenir.
Hastaların yaklaşık yarısında hem duygudurumla uyumlu (“cezalandırılmayı hak ediyorum çünkü çok kötüyüm” vb., suçluluk, kişisel yetersizlik.) hem de duygudurumla uyumsuz sanrılar görülür.

Hipotalamus-hipofiz-böbrek üstü bezi ekseni etkinliği ya da tedaviye yanıt verileri psikotik özellikli olan ve olmayan depresyon arasındaki farkın yalnızca hastalığın şiddetiyle açıklanamayacağını ortaya koymaktadır.
Psikotik depresyon geçiren hastaların önemli bir kısmının uzun dönemde mani de geçirerek tanılarının bipolar bozukluğa döndüğü bildirilmiştir. Aynı şekilde psikotik depresyonlu hastaların birinci derece yakınlarında bipolar bozukluk ve şizofreni öyküsü psikotik özellik taşımayanlardan daha fazladır.
Psikotik özellikli depresyonlarda belirtilerin yatışmasından sonra antipsikotik ilaçlar antidepresanlardan önce kesilebilir.
Psikotik özellikli depresyonlar EKT(şok tedavisi)’nin birincil kullanım alanlarından biridir.

Melankolik özellikler gösteren depresyon

•Apati, ilgi kaybı, hemen tam bir ilgi istek kaybı, anhedoni, belirgin bir moralsizlik, aşırı ya da uygunsuz suçluluk duyguları, sabah erkenden ve birden uyanma, sabahları daha kötü hissetme, iştahsızlık, kilo kaybı ön plandadır.
•Yatan hastalarda daha sıktır.
•Psikotik özelliklerle daha sık birliktelik
•Aile öyküsü ++

Atipik depresyon

•İştah artışı, aşırı yeme, aşırı uyuma, kilo artışı
•Genel enerji azalmasına ek olarak kol ve bacaklarda yoğun bir ağırlık (kurşun tipi paralizi) hali görülür.
•Reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık gibi ayırıcı yönleri vardır.
•Nörotik özellikler
•Stresör faktörler
•Ağır olmayan bir tablo
•Duygudurum reaktivitesi dikkat çeker.

TEDAVİ

Farklı terapi türleri depresyonda etkilidir. Bunlar başlıca;
—-Destekleyici terapi
—-Bilişsel-Davranışçı terapi
—-Kişilerarası ilişki terapisi
—-Evlilik ve aile terapisi
—-Dinamik psikoterapi
Psikoterapi, orta şiddette ve özellikle de hafif depresyonda tek başına yeterli olabilir.
Bilişsel Davranışçı Terapi, ilaçla birlikte veya tek başına ilaç tedavisine benzer başarı sağlamaktadır

Egzersiz
Hafif/orta dercede depresyonlarda, psikolojik danışmanlık ve ilaç tedavisi kadar etkin olabilir
Fizik aktivite benlik saygısını, benlik imajını, self-kontrol ve self-disiplini artırması yanında daha fazla enerji düzeyi ve dayanıklılık oluşturmakta, serotonin ve endorfin salınımını uyarmaktadır

İlaç tedavisi
Tüm psikoterapiler kadar etkindir, psikoterapi ile birlikte kullanılması en uygun olanıdır.
Ne var ki kimi hastalar sık aralıklarla terapiye gelme imkanı bulamaz.
Kimi hastalarsa uzun terapi görüşmesini takiben kendilerine ilaç yazıldığında sadece ilaçla tedavi edildiklerini düşünebiliriler.

İlacın türü, hastanın özelliklerine, ilacın yan etki ve toksisite profillerine ve depresyonun türüne göre seçilir.

Antidepresan ilaçlar

İlaç, hafif major depresyonda ilk tedavi olarak tercih edilebilir ancak orta-ağır şiddetteki depresyon durumlarında mutlaka kullanılmalıdır.
• Tedaviye başladıktan 6-8 hafta sonra semptomlarda iyileşme beklenir.
• Tedavi ilk atakta en az 6 ay, 2. atakta 2 yıl sürmelidir..
• Çalışmalar, uzun süreli antidepresan tedavisinin, iyilik halinin devamını sağladığını ve hastalığını tekrarlamasını ciddi ölçüde önlediğini göstermiştir.

İlaç seçiminde dikkat!
1-İlacın yan etkileri, güvenirliği ve tolerabilitesi
2-Hasta veya ailesinde önceden olumlu cevap alınan ilaç olması
3-Hastanın tercihi, kullanılan diğer ilaçlarla etkileşmemesi
4-Maliyeti
5-Klinik araştırma verilerinin nitelik ve sayısal değeri

Diğer Terapötik Aktiviteler
-Hobiler
-İyi/dostane ilişkiler
-Yeterli dinlenme
-Günlük hayatın uygun biçimde programlanması

Tedaviye direnç
Depresyon tedavisinde yanıt hastalığın şiddetinde %50 azalma sağlanması olarak tanımlanmaktadır.
Dirençli depresyon tedavisi için uygulanmakta olan üç farmakoterapi stratejisi, güçlendirme, kombine etme ve ilaç değiştirmedir. Kanıt düzeyi iyi olan güçlendirmeler lityum, T3, aripiprazol ve ketiyapin güçlendirmeleridir.

Kombinasyon stratejisinde kanıt değeri yüksek olmasa da mirtazapin önemli bir ilaçtır.

Araştırmalar, depresyonun nörobiyolojik kaynağının, “sistemler” veya kortikal, subkortikal ve limbik beyin bölgelerini içeren “nöronal devreler” düzeyinde olduğuna işaret etmektedir. Bu anlamda rTMS (Tekrarlayıcı TMU) orta derecede antidepresan etkinliğe sahiptir.
Derin Beyin Stimülasyonu da kanıtlanmış nöropatofizyolojiye dayanan anatomik hedefler iyi belirlendiğinde ve endikasyonu iyi değerlendirildiğinde bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir.

Her 4 olgudan 3’ünde hastalık tekrar eder.
Tedavi ile danışanların %50’si tam, %30’u kısmen düzelir, % 20’sinde ise kronikleşme gözlenir.

OBSESYON (Takıntı, Saplantı, “Vesvese”)

OBSESYON

(Takıntı, Saplantı, Vesvese)

TANIM VE ÖZELLİKLER

İrade (istem) dışı gelen, kişiyi rahatsız eden, istemli bir çabayla zihinden uzaklaştırılamayan, benliğe yabancı düşünceler, dürtüler ya da hayallerdir.

Her insanın zihninde zaman zaman huzursuz edici, kabullenemediği, aykırı düşüncelerin belirmesi mümkündür; bunların yoğunluğu ve sürekliliği günlük hayatı, içsel huzuru bozacak bir boyut kazanırsa anormal (patolojik) kabul edilir.

Obsesyonlardan kaynaklanan yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu önlemek/azaltmak ya da ortadan kaldırmak amacıyla yapılan tekrarlı davranış ve zihinsel eylemlere de kompülsiyon denir.

Toplumda her 100 kişiden 2-3’ünde patolojik boyuta ulaşmış, tedavi gerektiren obsesyonlar ve kompülsiyonlar görülür. Daha Fazlasını Oku

Şizofreni

     Şizofreni, genç yaşta başlayan, kişinin çevresiyle ilişkilerinden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine has bir içe kapanma             aleminde yaşadığı, düşünce, duygulanım ve davranışlarda önemli sorunların görüldüğü bir ruhsal bozukluktur.

— Yaygınlığı

—İnsidans, farklı çalışmalarda % 0.11 ile 0.70 arasında değişmektedir.

—Nokta yaygınlığı: Herhangi bir zamanda şizofrenisi olan kişilerin genel toplumdaki oranı.  % 0.21 ile 0.7 arasındadır.

—Kadınlarda daha geç başlar, hastalığın seyri daha iyi bir gidiş gösterir.

—Şizofreni her toplumda ve her türlü sosyo-ekonomik kesimde görülebilmektedir. Daha Fazlasını Oku

Kronik depresyon

        Kronik depresyon

               (Distimi)

Bu bozukluk, aynı zamanda depresif huy, subaffektif bozukluk, minör depresyon, kronik karakterolojik depresyon, depresif kişilik, depresif mizaç gibi isimlerle de anılmıştır.

Kronik depresyon, kişinin alışılagelmiş benliğinin bir parçası olarak yaşanan, uzun süreli, dalgalı ve düşük yoğunluklu bir depresyon hali olarak tanımlanabilir.

Kronik depresyon durumları günümüzde ruh sağlığı uzmanları tarafından görülen hastaların önemli bir kısmını oluştururlar.

Bu ve benzeri hastalık/sağlık sınırının netleşmediği durumlar, uzmanları bir meydan okuma ile karşı karşıya bırakmaktadır: kişilik patolojileri ile iç içe geçmiş ya da onlardan köken alan, tedaviye hatta tanıya dirençli ruhsal sorunlar…

Daha Fazlasını Oku

KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI. Nörobiyoloji

Kaygı, sıkıntı, anksiyete, endişe, bunaltı, tedirginlik, huzursuzluk, evham aynı anlamlarda kullanılan kelimelerdir. Kaygı insani durumun doğal bir parçasıdır ve tehlike tarafından harekete geçirilen biyolojik uyarı sistemi olarak görev yapar. —Düşük düzeyde anksiyete, olumsuz koşullarla başa çıkmamız için gereklidir de; fakat yüksek anksiyete düzeyi, kişiyi zayıflatır ve günlük yaşamını açıkça etkiler.
Danışanlar bu durumu “sıkıntı/daraltı/bunaltı basıyor”, “tıkanıyorum”, “bunalıyorum”, “boğulacak gibi oluyorum”, “kötü bir haber alacakmış gibi hissediyorum”, “telefon ya da kapı çalsa çok heyecanlanıyorum, kalbim çarpmaya başlıyor”. “çocuklarımın ya da yakınlarımın başına kötü bir şey gelebileceği düşüncesi ile çok endişeleniyorum” gibi cümlelerle anlatırlar.

Anksiyete aynı zamanda bedensel belirtilerin de eşlik ettiği huzursuz edici bir duygudur.
Anksiyete, kayıplardan, düşünsel çarpıtma veya yoğunlaşmalardan ya da içsel çatışmalardan kaynaklanabilir. İçsel dürtüler ve çevresel zorlanma ve talepler ya da değer sistemleri arasındaki çatışma da kaygıya yol açabilir.
Depresyondan farklı olarak, anksiyete tehdide karşı gelişen bir tepki olup, geleceğe yöneliktir. Bu tehdit, bir tehlike, destekten yoksun olma veya kaynağı bilinmeyen bir şey olabilir. Normal koşullarda anksiyete, kişiyi koruma mekanizması biçiminde ortaya çıkar. Depresyonda ise daha çok yitirilene karşı ve geçmişe dönük bir tepki söz konusudur.

ÖZET ANKSİYETE BOZUKLUKLARI

Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu

Bu rahatsızlıkta sürekli, aşırı ve durumla orantısız bir endişe hali söz konusudur. Yoğun endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz etkiler ve hatta olağan yaşam etkinliklerini sürdürmesini engeller. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler, “her şey kendi denetimlerinin dışındadır”, onlara göre iyi bir olasılık ya da geriye dönüş mümkün değildir. GAB’da aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile/çocuklar, parasal ya da mesleki konularla ilgilidir. Hep gergin, diken üzerindedirler, kolay yorulur, çabuk sinirlenir, dikkatlerini zor odaklarlar, kasları gergin, uykuları bozuk olabilir. Şöyle bir yaslanıp sükunetle keyif çatamazlar.

Panik Bozukluk

Tekrarlayan, ani gelen panik ataklarla birlikte sürekli biçimde başka atakların da geleceğinden kaygılanmak, atakların sonuçlarına yönelik duyulan felaketvari bir endişe, atak geleceği korkusuyla çoğu zaman aşırı kendini koruma/kollama/kaçınma davranışları söz konusudur.

Agorafobi, genelde panik bozuklukta gözlenir. Bireyin zor duruma düşmesi halinde kaçmanın ya da yardım almanın zor olacağı düşüncesi ile belirli yerlere gitmekten kaygılanıp kaçınmasıdır.
Kaygı yaratan bu fiziksel belirtiler panik atak belirtileri olabileceği gibi, bağırsak kontrolünü kaybetme, kusma, düşme gibi kişinin utandırıcı ya da aciz bırakıcı olarak gördüğü belirtiler olabilir. Kişinin tipik olarak kaçındığı durumlar arasında aşağıdakiler yer alır:
 evin dışına yalnız çıkma
 toplu taşıma araçları ( tren-metro, otobüs, uçak, vapur gibi)
 açık alanlar (köprü, otoban, parklar gibi)
 kapalı alanlar ( AVM, sinema, asansör, mağazalar gibi)
 kalabalık yerler/caddeler
 sırada/kuyrukta bekleme
Agorafobi hastaları, eve kapanmak gibi bir davranış sergileyerek korunmaya çalışırlar. Söz konusu yerlerde yalnız kalamazlar, yanlarında güvenebilecekleri bir kişinin olmasını isterler.

Sosyal Fobi (sosyal kaygı bozukluğu)

Kişinin, başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duymasıdır. Örnekler arasında toplumsal etkileşmeler (karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (yemek yerken ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (bir konuşma yapma) gibi haller vardır.

Özgül fobi, özgül bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı bir korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı kaçınma davranışıdır. Başlıcaları:
Hayvan fobileri: En sık görülen özgül fobi türüdür. En çok korkulan hayvanların başında kedi, köpek, kuş, böcek gibi hayvanlar gelir.
Yükseklik korkusu, kan ve yaralanma fobisi…

Ayrılma Kaygısı Bozukluğu

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğunun temel özelliği evden ya da evde bağımlı olduğu kişiden ayrılma konusunda aşırı kaygı duymaktır. Bu kaygı, bireyin yaşına göre beklenenden çok fazladır.
Bağımlı oldukları kişiden ayrıldıklarında onların nerede olduklarını bilmeye ve onlarla ilişki içinde olmaya (örn. telefon ile sık sık görüşme) gereksinim duyarlar. Eve dönme özlemi içindedirler ve sürekli yeniden bir araya gelme düşleri kurarlar.

Bağlandıkları kişilerden ayrıldıklarında kendilerinin veya onların bir kaza geçirecekleri ya da hastalanacaklarına ilişkin sürekli ve aşırı bir kaygı duyarlar.
Bu bozukluğu olan çocuklar sıklıkla kaybolma ve ana babasına bir daha kavuşamama korkusu yaşarlar. Tek başına evden veya bildik çevreden uzağa bir yere yolculuğa çıktıklarında huzursuzlaşırlar ve tek başlarına bir yere gitmekten kaçınırlar. Okul ya da kampa katılmaya karşı çıkarlar, arkadaşlarının evine ziyarete gitmez ya da orada uyumazlar, ufak tefek işler için bile evden çıkmazlar.
Bu çocuklar odada tek başına oturamazlar, yapışkan davranışlar gösterirler, evde ana babalarının çevresinde dolaşırlar ya da onları bir gölge gibi izlerler.

Seçici Konuşmazlık (Elektif Mutizm)

Konuşmanın gerekli olduğu okul, anasınıfı, yuva gibi belirli sosyal ortamlarda ısrarlı ‘konuşamama’ hali.
Bu çocuklar ev gibi tanıdık güvenli yerlerde ebeveynleri ve bazı yakınları ile rahatlıkla sohbet ederler.
Mutizm, yani suskunluk bir okula uyum sorunu değildir, sıradan bir utangaçlık ile de açıklanamaz. Buradaki sessizlik 1 aydan daha uzun süre devam eder ve konuşulan dili anlamama, bilmeme, kekemelik veya bir diğer iletişim sorunu ile de açıklanamaz.

Maddenin ya da ilacın yol açtığı anksiyete bozukluğu. Uyuşturucu ya da uyarıcı olarak kötüye kullanılan maddeler veya zaman zaman bir bedensel hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlar bunaltı sebebi olabilir.

NÖROBİYOLOJİ

Son 25 yılda anksiyete bozukluklarının oluşumunda biyolojik etkenlerin oynadığı rol çok daha detaylıca anlaşılmış ve önem kazanmıştır. Artık bu bozuklukların nedenlerini açıklamada yalnızca psikanalitik ve davranışçı-bilişsel görüşlerin yeterli olmadığı bilinmektedir.
Uzun zamandan beri korku, anksiyete ve öfke tepkilerinde otonom sinir sisteminin uyarılma durumuna geçtiği bilinmektedir.
Bir zamanlar korkuda adrenalinin, öfkede ise noradrenalinin daha fazla salgılandığı ileri sürülmüşse de konu bu denli yüzeysel değildir.

ANKSİYETE OLUŞTURMA ÇALIŞMALARI

Anksiyete konusundaki temel nörobilim bilgilerinin çoğu, davranışçı paradigmaları ve psikoaktif ajanları içeren hayvan deneylerinden gelir.
Anksiyete araştırması ile ilgili deneylerden biri, hayvana eş zamanlı olarak olumlu (ör:yiyecek) ve olumsuz(ör:elektrik şoku) uyaranların verildiği çatışma testidir.
Anksiyolitik ilaçlar (ör: benzodiazepinler) hayvanın bu duruma uyumunu kolaylaştırırken, diğer ilaçlar(ör: amfetaminler) hayvanın davranışsal yanıtlarını daha çok bozmuştur.
Özellikle spontan panik nöbetleri geçiren hastaların birçoğunda damar içi sodyum laktat infüzyonu ile ya da %5 CO2’li hava soluyarak deneysel anksiyete ya da panik nöbetleri ortaya çıkarılabilmektedir.
Bu çalışmalara dayanarak panik nöbetleri geçiren hastalarda beynin amigdala çekirdeklerinde, parahipokampal bölgede ve lokus seruleusda noradrenerjik sistemin etkinliğinde kalıtımla geçen bir bozukluğun olduğu; merkezi kemoreseptörlerde aşırı bir duyarlılığın var olduğu belirtilmektedir.

OTONOM SİNİR SİSTEMİ

Otonomik yanıtlar genellikle korku duyguları ile ilişkilidir. Bunlar beyinde amigdala ile lokus seruleus arasındaki karşılıklı bağlantılar tarafından düzenlenen kalp hızı ve kan basıncı artışlarını içerir.
Otonom sistemin uyarılması;
-Kardiyovasküler sistem: Taşikardi
-Kas sistemi: Baş ağrısı
-Gastrointestinal sistem: İshal
-Solunum sistemi: Takipne gibi belirtilere neden olur.
Bir korku yanıtı sırasında solunumda değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler, amigdala aracılığıyla parabrankial nukleusun aktivasyonu ile düzenlenir. Parabrankial nukleusun uygunsuz ya da aşırı aktivasyonu solunum hızında artış yanı sıra nefes darlığı, astımın alevlenmesi ya da boğulma hissi gibi belirtilere yol açabilir.

NÖROTRANSMİTERLER

Anksiyetenin korku ve endişe belirtilerini düzenleyen devrelerdeki işlev bozuklukları; serotonin , GABA, CRF, norepinefrin, voltaj kapılı iyon kanalları, dopamin (met genotipinde düşük KOMT aktivitesi, ona bağlı dopamin artışı ile artan anksiyete riski), glutamat nörotransmitterleri ile ilişkilendirilmiştir.

Norepinefrin (Noradrenalin)

Anksiyete bozukluklarında norepinefrinin rolü ile ilgili genel kuram, etkilenmiş hastalarda noradrenerjik sistemin ara sıra etkinlik boşalımları eşliğinde yetersiz düzenlenişe sahip olabilmesidir.

Kaygılı hastalarda görülen panik atakları, uykusuzluk, irkilme ve otonomik aşırı uyarılma gibi süreğen belirtiler, artmış noradrenerjik işlev özelliğidir. Noradrenerjik sistemin hücre gövdeleri esas olarak rostral ponstaki lokus seruleus’ta bulunur, aksonları serebral korteks, limbik sistem, beyinsapı ve spinal korda uzanır.
Primat deneyleri, lokus seruleus uyarılmasının hayvanlarda korku yanıtı meydana getirdiğini ve aynı bölgenin çıkarılmasının hayvanlarda korku yanıtını yok ettiğini ya da söndürdüğünü göstermiştir.

İnsan araştırmaları, panik bozukluğu olan hastalarda beta-adrenerjik reseptör agonistlerinin (ör: isoproterenol) ve alfa2-adrenerjik reseptör antagonistlerinin (ör: yohimbin) panik ataklarının sıklık ve şiddetini arttırdıklarını göstermiştir.
Aksine, bir alfa2-reseptör agonisti olan klonidin, bazı deney ve tedavi koşullarında kaygı belirtilerini azaltır.

Hipotalamo-Hipofizer-Adrenal Eksen

Kortizol enerji depolarının boşalmasına ve yeniden dolmasına yardım eder ve uyarılma, uyanıklık, dikkat odaklanması ve bellek oluşumu üzerinde pozitif etkileri vardır; büyüme ve üreme sisteminin inhibisyonu ve bağışıklık yanıtının kısıtlamasına katkıda bulunur.

Korku yanıtı, amigdala aktivasyonu nedeniyle ortaya çıkan kortizol salgılanmasında artış gibi endokrin etkiler tarafından karakterize edilebilir.
Aşırı ve devamlı kortizol salınması hipertansiyon, osteoporoz, bağışıklık baskılanması, insülin direnci, dislipidemi, koagülasyon bozuklukları ve sonunda ateroskleroz ve kardiyovasküler hastalık gibi ciddi olumsuz etkilere neden olabilir.
TSSB’de HHA eksen işlevinde değişiklikler gösterilmiştir.

Panik bozukluğu hastalarında, kortikotropin-serbestleştirici faktöre(CRF) küntleşmiş ACTH yanıtları bildirilmiştir.

Kortikotropin-Serbestleştirici Hormon (CRH)

Strese yanıtta en önemli mediatörlerden biri olan CRH, stres sürecinde oluşan adaptif davranışsal ve fizyolojik değişimleri düzenler.
Hipotalamik CRH düzeyi stresle artar ve bu durum HHA ekseninde etkinliğe ve kortizol ve DHEA salınımında artışa neden olur.
CRH, gıda alımı, cinsel etkinlik, büyüme ve üreme ile ilgili endokrin programlar gibi çeşitli nörovejetatif işlevleri de inhibe eder.

Serotonin

Birçok serotonin reseptör tiplerinin belirlenmesi, kaygı bozukluklarının patogenezinde serotoninin rolünün araştırılmasını teşvik etmiştir. Bu bağlantıya ilgi, önceleri serotonerjik antidepresanların bazı anksiyete bozukluklarında ör: OKB’de klomipraminin tedavi edici etkilerinin olduğunun gözlenmesiyle hareketlendi.
Çeşitli türlerdeki akut stres, prefrontal korteks, nükleus akümbens, amigdala ve lateral hipotalamustaki 5-hidroksitriptamin(5-HT) dönüşümünü arttırır.

Anksiyete bozuklukları tedavisinde, bir serotonin 5-HT1A reseptör agonisti olan buspironun etkinliği de serotonin ile anksiyete arasındaki ilişki olasılığını gösterir.

Serotonerjik nöronların hücre gövdelerinin büyük kısmı rostral beyin sapındaki raphe çekirdeklerinde yer alır ve serabral kortekse, limbik sisteme (ör. amigdala ve hipokampus) ve hipotalamusa uzantılar verir.
Birçok serotonerjik ve nonserotonerjik etkileri olan meta-klorofenilpiperazin (Mcpp) ve serotonin salınmasına neden olan fenfluramin ile yapılan bazı çalışmalar, bu ilaçların anksiyete bozukluğu olan hastalarda anksiyeteyi arttırdığını göstermiştir.

Pek çok anektodal çalışma da LSD ve MDMA gibi serotonerjik halüsinojenler ve stimülanları kullanan kişilerde, bu maddelerin hem akut hem de kronik anksiyete bozukluklarının gelişimi ile ilişkili olduğunu göstermiştir.

GABA

Anksiyete bozukluklarında GABA’nın rolü, bazı anksiyete bozuklukları türlerinin tedavisinde GABA-A reseptörlerinde GABA etkinliğini arttıran benzodiazepinlerin tartışmasız etkileriyle en kuvvetli şekilde desteklenmektedir.
Düşük güçteki benzodiazepinler yaygın anksiyete bozukluğu belirtilerinde en etkili ajanlar olmasına karşın, alprozalam ve klonazepam gibi yüksek güçteki benzodiazepinler panik bozukluğu tedavisinde etkilidir.

Primat çalışmalarında, bir benzodiazepin ters agonisti olan beta-karbolin 3 karboksilik asit (BKKA) verildiğinde anksiyete belirtilerinin ortaya çıktığı saptanmıştır. BKKA, normal gönüllü kontrollerde de kaygıya neden olur.
Bir benzodiazepin antagonisti olan flumazenil, panik bozukluğu olan hastalarda sık ve şiddetli panik ataklara neden olur.
Bu veriler, anksiyete bozukluğu olan bazı hastalarda anormal GABA-A reseptör işlevini düşündürmektedir.

Aplysia

Anksiyete bozukluklarının bir nörotransmitter modeli, Nobel Ödül sahibi Eric Kandel’in Aplysia California çalışmasına dayanır.
Aplysia tehlikeye karşı uzaklaşarak, kabuğuna çekilerek ve yeme davranışını azaltarak yanıt veren bir deniz salyangozudur. Bu davranışlar klasik olarak koşullandırılabilir ve böylece salyangoz nötr uyarana karşı sanki tehlikeli bir uyarana maruz kalmış gibi tepki verebilir.

Salyangoz aynı zamanda rastgele verilen şoklarla da duyarlı hale getirilebilir ve böylece gerçek tehlike yokluğunda bile kaçma yanıtı gösterebilir.
Klasik koşullandırılmış Aplysia fazla miktarda nörotransmitter salınımıyla sonuçlanan ölçülebilir presinaptik ileti değişiklikleri gösterir.

Deniz salyangozu basit bir hayvan olmasına rağmen, bu çalışma, insanlardaki anksiyete bozukluklarında muhtemelen var olan karmaşık nörokimyasal süreçlere deneysel bir yaklaşımı gösterir.
Klasik koşullanma ile insanlardaki fobiler arasındaki paralellik eskiden beri dikkat çekmektedir.

Nöropeptit Y (NPY)

NPY, memeli beyninde en bol bulunan peptitler arasında yer alan, 36 amino asitli oldukça iyi paketlenmiş bir peptittir.
NPY’nin anksiyete giderici etkilerinde amigdalanın yer aldığını gösteren kanıtlar güçlüdür ve bu etki muhtemelen NPY-Y1 reseptörü ile gerçekleşir.
NPY anksiyete, korku ve depresyonun açığa çıkmasında önemli olan beyin bölgelerinde CRH ve LC-NE sistemleri üzerinde ters düzenleyici etkilere sahiptir.
Aşırı eğitim stresi altındaki özel harekat askerlerinde yapılmış ön çalışmalar, yüksek NPY seviyelerinin daha iyi performansla ilişkisini göstermiştir.

Galanin

Galanin insanlarda 30 amino asitten oluşan bir peptittir. Öğrenme, bellek, ağrı denetimi, gıda alımı, nöroendokrin denetim, kvs düzenleme ve nihayet anksiyete gibi birçok fizyolojik ve davranışsal işlevde rol aldığı gösterilmiştir.
LC’ den köken alan yoğun bir galanin immünoreaktif lif sistemi, hipokampüs , hipotalamus , amigdala ve prefrontal korteks gibi ön beyin ve orta beyin yapılarını innerve eder. Sıçanlarda yapılan çalışmalarda MSS’ne uygulanan galaninin, anksiyete ile ilişkili davranışları düzenlediği gösterilmiştir. Galanin ve NPY reseptör agonistleri, anksiyete giderici ilaçların geliştirilmesinde yeni hedefler olabilir.

BEYİN GÖRÜNTÜLEME ÇALIŞMALARI

Hemen her zaman belirli bir anksiyete bozukluğuyla yürütülen çeşitli beyin görüntüleme çalışmaları, anksiyete bozukluklarını anlamamızda bazı ipuçları vermiştir. Yapısal çalışmalar (BT ve MRG) serebral ventriküllerin hacminde nadiren, bir miktar artış olduğunu gösterir.

Bir çalışmada bu artış, hastaların benzodiazepin kullanım süresinin uzunluğu ile ilişkili bulunmuştur.
Anksiyete bozukluğu olan hastalarda yapılan işlevsel beyin görüntüleme (fMRG) çalışmaları-ör, PET, SPECT ve EEG-frontal korteks, oksipital ve temporal bölgelerde ve bir panik bozukluğu çalışmasında parahipokampal girusta çeşitli anormallikler bildirmiştir.

Bazı işlevsel beyin görüntüleme çalışmaları da kaudat nükleusun OKB patofizyolojisinde rol oynadığını göstermiştir.
TSSB’de, fMRI çalışmaları korku ile ilişkili beyin bölgesi amigdalada etkinlik artışı saptamıştır.
Özgül fobide belirtileri uyarıcı uygulamalarla yapılan işlevsel görüntüleme çalışmaları amigdala, ön singulat korteks, talamus ve insula gibi duygusal algılamayla ilgili bölgelerin etkinliğinde erken artış olduğunu göstermektedir.

Bu veriler üzerine anlamlı bir yorum yapmak gerekirse, anksiyete bozukluğu olan bazı hastalarda, gösterilebilir işlevsel bir serebral patolojik durum söz konusudur; ne var ki bu bulgular bugün için ne tedavisel ne de tanısal öneme sahiptir. Maalesef gereğinden çok çok fazla beyin görüntüleme işlemi istismar aracı olarak kullanılmaktadır.

Genetik Çalışmalar

2005’de, Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünün mali desteğiyle yürütülen ve Nobel Ödüllü Dr. Eric Kandel başkanlığında bir bilim ekibi, beynin korku merkezinde yer alan bir geni engellenmiş farelerin, normalde içgüdüsel ya da öğrenilmiş korku yanıtlarını tetikleyen durumlardan rahatsız olmadığını göstermiştir. Bu gen, korku belleğinin oluşmasında amigdala için önemli rol oynayan bir protein olan statmini kodlar.

Statmini engellenmiş fareler, daha önce bir şok etkisi ile ilişkilendirilen sesi duyduklarında, daha az anksiyete göstermişlerdir ki bu, daha az öğrenilmiş korkuya işaret eder.
Geni engellenmiş fareler, ayrıca azalmış içgüdüsel korkunun yansıması olarak, yeni açık alanları ve karmaşık ortamları araştırmaya daha elverişli hale gelmişlerdir.
Statminin insan amigdalasında benzer etkiyi gösterip göstermediği ve anksiyetede önemli rolü olup olmadığı teyit edilmemiştir.
Anksiyete bozukluklarıyla yapılan sınırlı sayıdaki aday gen, genom boyu ilişkilendirme ve kopya sayısı çeşitlemeleri çalışmalarından henüz yeterli sonuçlar alınamamıştır.
NÖROANATOMİK DEĞERLENDİRMELER

Anksiyete ve korku belirtileri (ör:panik atakları ve fobiler) amigdala merkezli bir beyin devresi tarafından düzenlenir. Öte yandan, endişe (ızdırap, endişeli beklenti ve obsesyonlar) kortiko-striato-talamo-kortikal bir devre tarafından düzenlenir.

Korku duyguları, amigdala ile anterior singulat korteks ve amigdala ile orbito frontal korteks arasındaki karşılıklı bağlantılar tarafından düzenlenmektedir. Kaçınma davranışı, amigdala ile periakuaduktal gri cevher arasındaki bağlantılar tarafından düzenlenen motor bir yanıttır.

Lokus seruleus ve raphe çekirdekleri esas olarak limbik sisteme ve serebral kortekse uzantılar verir. Beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen verilerle birleştirildiğinde bu alanlar, anksiyete bozukluklarında nöroanatomik yapılarla ilgili birçok varsayımın odağı haline gelmiştir.

Limbik Sistem

Noradrenerjik ve serotonerjik uyarıları almanın yanısıra, limbik sistem yüksek yoğunlukta GABA-A reseptörleri de içerir.
İnsanlar dışında primatlarda yapılan çıkarım (ablasyon) ve uyarım (stimulasyon) çalışmalarında da limbik sistemin anksiyete ve korku yanıtlarının oluşmasında etkileri gösterilmiştir.
Literatürde, limbik sistemin iki alanına özel önem verilmiştir: Kaygıya yol açan septohipokampal yolaktaki etkinlik artışı ve özellikle OKB’nin patofizyolojisinde etkin olan singülat girus.

Serebral Korteks

Frontal serebral korteks, parahipokampal bölge, singülat girus ve hipotalamusla bağlantılıdır ve bu nedenle anksiyete bozukluklarının oluşumundan sorumlu olabilir.
Temporal korteks de anksiyete bozukluklarından sorumlu bir patofizyolojik bölgedir. Bu ilişki, temporal lob epilepsisi olan bazı hastalarla OKB’li hastalar arasındaki klinik görünüm ve elektrofizyolojik benzerliklere dayanır.

Hipokampus ve yeniden deneyimleme

Anksiyete yalnızca bir dış uyarıyla değil aynı zamanda kişinin anılarıyla da tetiklenebilir.
Hipokampusta saklanan travmatik anılar amigdalayı aktive edebilir ve amigdalanın da sırayla diğer beyin bölgelerini aktive etmesine ve bir korku yanıtı oluşturmasına neden olabilir.
Bu travmaya neden olan olayı yeniden deneyimleme olarak adlandırılır ve TSSB’nin özgün bir özelliğidir.

KAYNAKÇA

1- Kaplan &Sadock: Psikiyatri 11. Baskı
2- DSM-5 Tanı Ölçütleri
3- Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 4. Baskı. Eds: Prof. Dr. Orhan Öztürk, Prof. Dr. Aylin Uluşahin
4- Stahl: Temel Psikofarmakoloji. 4. Baskı
5-Russell Noyes, Jr, Rudolf Hoehn-Saric: Anksiyete Bozuklukları

BİPOLAR BOZUKLUK

          BİPOLAR BOZUKLUK

(bipolar hastalık, iki uçlu duygudurum bozukluğu, bipolar afektif bozukluk, manik depresif bozukluk, manik depresyon, manik atak)

Dünya sağlık örgütüne göre bipolar bozukluk, en önemli toplum sağlığı sorunları sıralamasında 6. sıradadır. Çünkü hızla tedavi edilmezse potansiyel olarak pek çok kayba yol açabilecek bir hastalıktır.  Başlangıç yaşı eğitimin ve uzun vadeli ilişkilerin düzenlendiği geç ergenlik/erken erişkinlik dönemine rastlar.

•Doğrudan ve dolaylı maddi kayıplar hesaplanamaz boyuta ulaşabilir.

•İşgücü kaybı,

•Sosyal kayıplar…ve suisid riski…

•Suisid (intihar) riskinin en yüksek olduğu dönem depresyon dönemidir.

Bipolar bozukluk deyince yaygın olarak manik nöbet akla gelse de bu hastalığın arka planda asıl baskın unsuru depresyondur.

  Daha Fazlasını Oku