TANIM VE ÖZELLİKLER
Fizyopatolojik mekanizma
Semptomun tanınmasında sık yapılan hatalar
AYIRICI TANI
TEDAVİ
OBSESİF KOMPÜLSİF BOZUKLUK (OKB)
OKB, obsesyon ve kompulsiyondan oluşan bir ruhsal hastalıktır.
Yakın zamana kadar oldukça seyrek rastlanan bir hastalık olarak bilinen obsesif kompülsif bozukluk (OKB)’un son yıllarda yapılan çalışmalarla, sanıldığından daha yaygın olduğu belirlenmiştir.
Obsesif kompülsif bozukluğun tarihçesi eski çağlara dayanır. Eski dini kitaplarda obsesyon ve kompulsiyonlara işaret eden davranış örnekleri bulunmaktadır. 17. yüzyılda Shakespeare’in Lady Macbeth adlı eserinde suçluluk duygusundan doğan obsesyonlar ve el yıkama kompulsiyonlarının örneğini görürüz.
OKB, DSM-V’tekaygı bozuklukları başlığı altında değil tek başına sınıflandırılmaktadır
Obsesyonların türlerine göre görülme sıklığı
bulaşma (%50), kuşku (%40), somatik (%30), simetri (% 30) agresif (% 30), cinsel (%25) ve dinsel (%10) obsesyonlar şeklindedir. Olguların %70’ ten fazlasında iki ya da daha çok obsesyon tipi bir aradadır.
En sık görülen kompülsiyonlar ise kontrol etme (% 60), yıkama (% 50), sorma-anlatma ya da dua etme (%35), sayma (%35), simetri ve düzen (%30) ve biriktirme (%20) konıpülsiyonları şeklinde sıralanabilir.
OKB psikiyatrik bozukluklar içinde madde kullanımı, fobiler ve duygulanım bozukluklarından sonra 4. sıklıkta gelmekte, panik bozukluk ya da şizofreniden 2 kat daha sık görülmektedir.
OKB’nin ortalama başlama yaşı yirmilerin başlarıdır. Başlama yaşı erkeklerde biraz daha erken (ortalama 21 yaş), kadınlarda biraz daha geçtir (ortalama 24 yaş); genel olarak olguların %65’inde 25 yaşından önce, %15 kadarında ise 35 yaşından sonra başlamaktadır.
OKB’si olan hastalar arasında evlenmemiş olanlar sıktır. Evli olanların ise özellikle bulaşma korkuları evlilik ilişikilerini zora sokar. Günün büyük bir kısmını obsesif kompülsif belirtilerle geçirmeleri de önemli uyumsuzluk nedeni olarak bildirilmektedir.
OKB’nin sosyoekonomik ve eğitim düzeyi yüksek kişilerde daha sık görüldüğü kimi çalışmalarda ise eğitim düzeyinin belirleyici bir etken olmadığı bildirilmiştir.
ÇOCUK VE ERGENLERDE OKB
Alt gruplar:
-Tik’li
-Tlk’siz
Çocuklar obsesyon ve kompülsiyonların mantıksızlığını bilmeyebilirler.
Kirlilik, mikrop/hastalık korkuları .
Kendinin ya da ana-babasının güvenliği ile ilgili korkular
Titiz yaptığından emin olamama yaygın görülen belirtilerdir.
PANDAS
Pediyatrik
Autoimmün
Nöropsikiyatrik: Sydenham Koresi
Disorders
Streptokok : Beta hemolitik infeksiyonu ile.
Hastalık ani gelişir; uysal bir çocukta dramatik davranışsal sorunlar gözlenir. SSRI’lar değil antibiyotik etkindir.
ETYOLOJİ
Psikodinamik etkenler
Freud’ a göre OKB, gelişimsel dönemlerden anal döneme saplanma veya bu döneme gerileme (regresyon) sonucu gelişmektedir. Regresyonu tetikleyen, anksiyete doğurucu fallik-ödipal dürtülerin yarattığı tehdittir. Anal dönemde çocuk, yaşamında ilk olarak birbirine zıt ve dürtüsel yönden yüklü iki yetiyi (tutma ve boşaltma) kullanabilme durumuna gelmiştir.
Davranışsal etkenler
Öğrenme ekolüne göre obsesyonlar şartlı uyaranlardır. Nispeten nötral bir uyaran zararlı ya da sıkıntı verici yapıdaki olaylarla eşleşerek (tepkisel şartlanma) korku veya anksiyete ile ilişkilendirilmeye çalışılır. Böylece daha önce nötral olan nesneler anksiyete ya da huzursuzluk oluşturabilen şartlı uyaranlar olur.
Genetik etkenler
Aile çalışmalarında OKB’ li hastaların birinci derece akrabalarında %7.5-40 oranında OKB’ye rastlanmıştır. İkiz çalışmalarının birçoğunda monozigot ikizlerdeki eş hastalanma oranı dizigot ikizlerdekinden daha yüksek bulunmuştur. OKB’de inkomplet penetrans otozomal dominant bir genetik geçişin rol oynadığı, ancak genetik olmayan etkenlerin de önemli olduğu düşünülmektedir.
Sosyokültürel etkenler
Kültürel etkenlerin ruhsal bozukluklardaki önemi DSM-IV’ te vurgulanmış, belirli bir kültürün gerektirdiği ve o kültüre özgü ritüellerin OKB belirtisi olarak ele alınamayacağı belirtilmiştir. Ancak bu ritüeller aynı kültürden olan diğer kişilerden daha aşırı olup uygunsuz yer ve zamanlarda yapıldığında OKB tanısı düşünülmelidir.
Nörobiyolojik etkenler
Bazal gangliyonlarda büyük serotonerjik input vardır. OKB’de bazal gangliyonlarda kaudat çekirdeklerde küçülme ve prefrontal motor kortekste bazı anomaliler saptanmıştır. Bazı OKB’lilerde motor tiklerin ve silik nörolojik işaretlerin daha sık görülmesi, kafa travmasından sonra başlayan OKB vakalarının olması, Sydenham koresi, TS ve Huntington hastalığı olanlarda OKB’nin daha sık görülmesi, psikoşirürji ile OKB tedavisinde başarılı sonuçlar alınması OKB’de nörolojik bir nedenin varlığını düşündürmüştür.
Ayrıca postensefalitik parkinsonizm ve manganez zehirlenmesi gibi globus pallidusu etkileyen durumlarda, frontal lob tümörlerinde ve frontal lobda epileptik odakların varlığında da obsesif kompülsif belirtiler görülebilmektedir.
Ergenlik çağında OKB gelişen çocukların boyları uzamayabilir. Endokrin hat?
Şiddetli OKB’de davranış tedavisi etkili olmamaktadır.
Beyin görüntüleme çalışmaları:
Bilgisayarlı beyin tomografisinde (BBT) özellikle erken başlangıçlı OKB vakalarında ventrikül hacminde artına ve kaudat nükleus hacminde azalma tesbit edilmiştir.
Manyetik rezonans görüntüleme (MRI) çalışmalarında artmış, azalmış ve normal kaudat hacimleri rapor edilmiştir. Yine bazı MRI çalışmalarında OKB’li hastalarda bilateral orbital frontal ve amigdal hacimlerinde azalma tesbit edilmiştir.
Manyetik rezonans spektroskopi çalışmalarında striatumda N-asetil aspartat düzeyleri düşük bulunmuştur. Bu madde nöron kaybı, nöron hasarı veya doku azalmasının olduğu hastalıklarda azalan bir nöronal belirleyici olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla N-asetil aspartat azalması OKB’lilerde striatumda nöronal yoğunluğun azalmasının bir işareti olarak düşünülebilir.
OKB’li hastalarda yapılan tek foton emisyon tomografisi (spect) çalışmalarında genel olarak kortikal hiperperfüzyon ve bazal ganglion anormallikleri tespit edilmiştir.
Pozitron emisyon tomografi (PET) çalışmalarında birbiriyle son derece yakın ilişkisi olan üç bölgede aktivasyon artışı gösterilmiştir. Bu bölgeler, orbital frontal korteks, nükleus kaudatus ve singulat kortekstir. SSRI’larla veya bilişsel davranışçı terapilerle başarılı şekilde tedavi edilen hastalarda tedavi öncesi ve sonrası yapılan PET çalışmalarında, nükleus kaudatus, orbital frontal korteks ve singulat korteksteki tedavi öncesinde var olan hiperaktivitenin azaldığı saptanmıştır.
Nörotransmitterler
Sadece bir nörotransmitter sisteminin OKB’nin tüm patofizyolojisini açıklaması beklenmese de yakın zamanlarda yapılan çalışmalar, serotoninin rolü etrafında odaklanmaktadır. OKB’yi serotonin disfonksiyonuna bağlayan serotonin hipotezi büyük ölçüde farmakolojik tedavi yöntemlerine dayanmaktadır. BOS’daki serotonin metaboliti olan 5-HIAA düzeyindeki azalmayla obsesif semptomların iyileşmesi arasında güçlü bir korelasyon olduğu bildirilmiştir.
SSRI ile tedavi olan OKB’lilerin %40’ında yeterli yanıt alınamamaktadır. Bunlarda tedaviye antidopaminerjik ajan eklenince başarı oranı artmaktadır. Ayrıca OKB’nin tik bozukluklarıyla ilişkisi ve bu bozukluklardaki temel patolojinin bazal ganglionların motor komponentleri ile ilgili olması, OKB patofizyolojisinde dopaminin de rolü olduğunu düşündürmektedir.
Ayırıcı tanı
Ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken başlıca nörolojik bozukluklar Tourette’s sendromu, diğer tik bozuklukları, temporal lob epilepsisi ve bazen de travma ve post ensefalitik komplikasyonlardır.
Tourette’s sendromu: Sendromun karakteristik semptomları hemen her gün ortaya çıkan motor ve vokal tiklerdir. TS ile OKB’nin başlangıç yaşları ve semptomları benzerdir. TS olgularının % 90’ında kompülsif semptomlar vardır ve yaklaşık 2/3’ü 0KB tanı kriterlerini karşılar.
Diğer psikiyatrik durumlar: OKB ile ayırıcı tanısı yapılması gereken önemli psikiyatrik bozukluklar, şizofreni, obsesif kompülsif kişilik bozukluğu (OKKB), fobik bozukluk ve depresyondur.
OKB şizofreniden genelde diğer şizofrenik semptomların olmayışı, iç görü düzeyi ve semptomların daha az bizar oluşu ile ayrılabilir.
OKKB’de hastalığa bağlı ciddi fonksiyonel yetersizlik gözlenmez.
OKB fobilerden obsesif düşünce ve kompulsiyonların olmayışı ile ayrılır.
OKB ile yakından ilişkili psikiyatrik durumlar hipokondriazis, vücut dismorfik bozukluğu, yeme bozuklukları ve dürtü kontrol bozukluklarıdır. Bu bozuklukların tümünde tekrarlayıcı düşünce veya davranışlar vardır.
Komorbidite
Birçok psikiyatrik bozukluk obsesif kompülsif semptomlarla bir arada ortaya çıkabilmektedir. Şizofreni, depresyon, panik bozukluk, organik mental bozukluklar ve TS OKB ile komorbit olabilen bozukluklara ömektir.
Şizofrenik hastaların %8-15’inde obsesif kompülsif belirtiler görülmektedir.
OKB’li hastaların 2/3’ünde majör depresyon tanı kriterlerini karşılayacak kadar depresif semptomlar görülebilmektedir.
OKB ile unipolar depresyon komorbiditesi olduğu gibi bipolar bozuklukla birliktelik de %13 civarındadır.
TEDAVİ
Bundan 30 yıl kadar öncesine kadar OKB psikiyatrik bozukluklar içinde tedaviye en dirençli olanlardan biri olarak bilinirdi (“psikiyatrinin kanseri”) . Ancak son 30 yılda OKB’ nin tedavisi ile ilgili önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Günümüzde OKB tedavisinde farmakoterapi, bilişsel-davranışçı terapi, psikoterapi ve diğer yöntemler tek başına ya da tercihen kombine kullanılmaktadır.
İlaç tedavisi
Seçici serotonin gerialım inhibitörlerinin (SSRI) OKB’ deki etkinlikeri kanıtlandıktan sonra genelde ilk tercih haline gelmişlerdir; yan etkileri daha az, güvenilirlikleri ve tolerabiliteleri daha yüksektir. Genelde yüksek dozlar gerekebilir ve düzelme 8-10 hafta alabilir.
Biri klomipramin olmak üzere iki SSRI ile yeterli doz ve yeterli sürede yanıt alınamazsa dirençten söz edilir.
İlk 10 haftada SSRI’a yeterli cevap yoksa ek ilaç: Klonazepam veya Haloperidol.
İlaç kesme ile hızlı relaps olabilir. l-2 yıllık remisyonu takiben relaps oranı azalır.
Tedaviye lityum eklenmesi depresyon da varsa yararlı olabilir. Klonazepam dışındaki anksiyolitiklerin obsesyonlar üzerine direkt etkisi yoktur. Buspiron da tedaviye eklenebilir.
OKB ile komorbid şizotipal kişilik bozulduğunun olması, kompülsiyonların tabloya hakim olması, istifçiliğin olması ve hastalığın uzun süredir varolması ilaç tedavisine düşük yanıtı gösterir.
Erken başlama da tedaviye düşük yanıtla ilişkili olabilir.
Bilişsel Davranışçı terapiler
OKB tedavisinde genellikle tercih edilen, farmakoterapi ile bilişsel davranışçı terapinin kombinasyonudur. Hastanın çocuk veya gebe olması, tabloya kompülsiyonların hakim olması ve ilaç tedavisinin kontrendike veya etkisiz olduğu durumlarda bilişsel-davranışçı terapiler tek başına uygulanabilir.
Ciddi ailevi problemlerin mevcudiyeti, ciddi depresyon, maninin veya şizotipal kişilik bozukluğunun birlikte olması ve yüklü düşüncelerin varlığı davranışçı terapinin başarısını azaltır.
Davranışçı terapi yöntemleri yaşayarak maruz bırakma (in vivo exposure) ve tepkiye engel olma (response prevention) tekniklerinin birlikte kullanılmasıdır.
Seyir ve sonuç
OKB’li hastaların yarısından çoğunda ani başlangıç söz konusudur. %50-70’inde başlangıç gebelik, doğum, seksüel problem veya yakının ölümü gibi bir olaydan sonra ortaya çıkmaktadır.
Hastalar semptomlarını gizlediği ya da durumu bir hastalık olarak algılayamadığı için psikiyatra müracaat genelde 5-10 yıl gecikmektedir.
Hastaların %10-30’unda belirgin, %40-50’sinde kısmi düzelme olur. Arta kalan %20-40’lık grupta klinik ya da subklinik semptomlar kalabilir. Tedavi görmeyenlerde düzelme oranı %6’lara kadar düşer.
Çocukluk döneminde başlama, bizar kompulsiyonlar veya hezeyanlar, tablonun hospitalizasyon gerektirecek derecede ağır olması, birlikte majör depresyon veya özellikle şizotipal kişilik bozukluğu gibi kişilik bozukluklarının olması kötü prognoz göstergeleridir.
İyi bir iş ve sosyal konum, hastalığın erken tanınması ve semptomların epizodik doğada olması iyi prognoz göstergeleridir.
Ek Not:
Ruhsal anlamdaki obsesyon (takıntı) ile dini anlamdaki vesvese aynı şeyler değildir
Çoğu insan obsesyonunu yıllarca ve utançla saklar, bunların halk arasında vesvese olarak adlandırılmasından hareketle dini kaynaklardaki açıklamalarına başvurur; “cinci/muskacı/okuyucu” denen kimselerin istismarına maruz kalır; bu kimseler bilmezler ki o muskacı vs.ler de kendi hastalıkları için psikiyatriye gidip kendilerine yazılan ilaçları, “Avrupadan getirdim”, “özel olarak …çiçeklerinden/otlarından hazırladım” vs diyerek hastalara satmaktadırlar.
Dini anlamda vesvese, obsesyonu değil çıkarcılık, zevkçilik, “yoldan çıkma” vb eğilimlerimizi şeytanın veya nefsin kışkırtmasını anlatır. “.. İnsanı biz yarattık ve nefsinin ona nasıl vesveseler verdiğini biliyoruz.” (Kâf, 50/16) “Şeytan Âdem’e vesvese verdi.”(A’raf, 7/20).
Oysa obsesyon eğilimler /arzular istikametinde değil aksine onlara zıt biçimde, aykırı/ çirkin/ yabancı/ bıktırıcı addedilen düşüncelerden kaynaklanan endişedir. Örn, sokakta soyunmak, yanındakini yüksekten itmek, kutsal varlıklara sövmek gibi takıntılar bu türdendir. Yine kimse saatlerce abdestle, banyoyla uğraşmak, ocağı defalarca kontrol edip durmak, her eşyaya milimetrik nizam vermekle zamanını hatta ömrünü geçirmek istemez; bütün bunlarda bir “nefsanilik” yani “zevkçilik” niyeti yoktur.
Obsesyonel takıntıların soya çekimsel yönü yanı sıra ilaç tedavisiyle ciddi ölçüde tedavi ediliyor olması, bu sorunun cin/nefs/şeytanla ilgili olmayıp, beyin işleyişi ve kimyasıyla ilişkili olduğunu göstermektedir.
Ne var ki geçmiş yüzyıllarda tıbben de elde yeterli bilgi olmadığı için vesvese ile obsesyon birbirinin yerine ya da iç içe yorumlanmıştır. Hala ruh sağlığı uzmanları obsesyonu anlatmak için halkın kullandığı vesvese terimine başvurmak zorunda kalmaktadır ve bu da kavram kargaşasını artırmaktadır
Obsesyon, depresyon, hezeyan, mani, şizofreni gibi hastalıklara hemen her kültürde, bazen devlet katında mistik/metafizik anlamlar yüklenmiştir; toplumda birkaç aileden birinde bulunan bu hastalar bugün bile büyücü/ muskacı vd ellere havale edilerek trajik sonlara mahkum edilmemelidir.
Kesesi cübbesinden büyük olan sözde manevi (!) iyileştiriciler, “ Doktorlar inançsız” deyip sorunu bir inanç sorununa döndürerek insanların temiz duygularını kötüye kullanmakta, çıkar uğruna asıl kendileri şeytana uymaktadırlar.
Hekimler “cin yoktur” demez, “bu hastalık da aynen şeker / tansiyon hastalığı gibidir, cinlerle/ büyüyle ilgisi yoktur” der. Hastalarımıza “ sizin duanız, o tür kendi kendini hoca ilan edenlerin duasından çok daha değerlidir, duanızı kendiniz ediniz” tavsiyesinde de bulunabiliriz.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun görüşü: Sihir/büyü, el çabukluğu, göz boyama ve yaldızlı sözlerle gerçekleştirilen hile ve aldatma işidir. Bazı müslüman bilginler, bir aldatmaca ve safsata olduğu gerekçesi ile büyünün gerçekliğini reddetmişlerdir. Ne var ki kimi alimler de daha çok çevrelerinden duyduklarından hareketle tıbbi bir sorunu dini çerçeveye oturtmuşlar.