KÜLTÜR VE RUH SAĞLIĞI: TÜRK PERSPEKTİFİ

 

                              KÜLTÜR VE RUH SAĞLIĞI

                                                 Prof. Dr. Rüstem AŞKIN

Kültür, toplum üyelerince paylaşılıp aktarılan, öğrenilmiş davranışlar strüktürüdür (Linton, 1945, Hofstede, 1984); bir toplumun veya sosyal grubun ayırt edici yaşam tarzı, değer sistemleri, gelenek ve inançları, sanat ve edebiyatı, entelektüel ve duygusal özellikler kümesidir (UNESCO, 2002); ethnisite, ırk, din, yaş, cinsiyet ve aile değerlerini de içerir (Eshun & Gurung, 2009). Kültürün statik bir olgu olmayıp belli bir ülkeye, bölgeye, ırka özgü kültür tanımlaması da gerçekçi olamaz. Bir ülkenin belli bir kenti, o kentin bölgesi, orada yaşayanların mesleki, ekonomik ve ailesel konumları gibi birçok etken yaşama biçimini etkilemektedir. Globalization, göç, akültürasyon, asimilasyon, geçiş kültürleri de aynı toplumda önemli farklılaşma nedenleridir (Eshun & Regan).

Psikolojik boyutuyla kültür, bireylerin semptomları dışa vurma, anlatma, sorunlarla baş etme, yardım arama davranışlarını etkiler. Farklı kültürel gruplar farklı stresörlerle yaşarlar; örneğin, sosyoekonomik düzey düştükçe bireylerin stres düzeyleri artar (Gurung and Roethel-Wendorf.). Kültüre bağlı sendrom olarak en çok incelenen, Taijin Kyofusho (TKS), vücut kokusu veya biçimiyle başkalarını rahatsız edeceği veya utandıracağı kaygısını anlatan, sosyal fobinin bir varyantı olan Japon sendromudur.

Ruhsal sağlık, bireyin iç dünyası ve kendiyle çevresi arasındaki denge durumunu ifade eder. Dünya çapında yaklaşık 450 milyon insan zihinsel veya davranışsal bir bozukluk, 200 milyon insan uyuşturucu ve alkolle ilişkili ciddi ruhsal sorunlar yaşamaktadır. Sosyopolitik çatışmalar, artan huzursuzluk ve nüfusun yaşlanması bu sayıları daha da artırabilir (WHO, 2022).

Dünyanın çoğu ülkesinde ruh sağlığı modellerine iki ana yaklaşım hakimdir: batılı, kanıta dayalı tıbbi yaklaşım ve geleneksel/yerel şifa arama yaklaşımı. Esasen ruhsal sorunu olan çoğu bireyin kanıta dayalı bakım alma şansı yoktur. Bu da inanç şifacıları, kahinler/ ruhaniyetçiler ve şifalı bitki satıcılarını içeren geleneksel yaklaşımı öne çıkarmaktadır. Öyle ki Dünya nüfusunun yüzde kırkı, ciddi ruhsal bozukluklar için birinci basamak düzeyinde tedavi alamamakta, ülkelerin yüzde 20’sinde birinci basamakta temel psikotrop ilaçlar dahi bulunmamaktadır (WHO, 2005). Nitelikli ruh sağlığı profesyoneli sayısı yalnızca az gelişmiş/gelişen ülkelerde değil, gelişmiş dünyada da yetersizdir (Patel, 2007).

Kültür ve Başa Çıkma

Sosyal destek ve aile işleyişi, travmatik stres tepkileri için köklü bir koruyucu faktör, sıkıntı ve iyileşmenin kritik yordayıcılarıdır (Sullivan, 1953). Batı dışındaki çoğu kültürlerde birçok rol ve işlevde başkalarıyla karşılıklı bağımlılığı/desteği vurgulayan kolektivizme karşılık, Batı kültürlerinde bağımsızlığı ve kendine güvenmeyi vurgulayan bireycilik öne çıkar. Kolektivist kültürlerde çare arama ve başa çıkma yöntemleri aileden, etnik gruptan destek arama, manevi temelli başa çıkma ve geleneksel şifa uygulamalarını içerir. Bireyci kültürlerde yaklaşma/yüzleşme, kolektivist kültürlerde kaçınma temelli başa çıkma stratejileri baskındır.

Psikoterapi de batı kültürüyle uyumlu biçimde bireyciliği ve kendini geliştirmeyi vurgulama eğilimindedir. Bireyci yaklaşım, bağımsızlığa, kendine güvenmeye ve rekabete; kolektivizm ise dayanışmaya, grupla uyuma atıfta bulunur (Jacob ve ark., 2007).

Genelleme yapmak gerekirse az gelişmiş ülkelerde çaresizlik, bağımlılık, tevekkül, duygusallık ve “cemaatçi” yapı öne çıkarken, kalkınmış toplumlarda özgüven, başarma hırsı, bağımsızlık, itiraz, rasyonellik ve bireysellik egemen öğelerdir.

Hint perspektifi

Hint psikolojisinin kökleri Vedalar, Yoga Sutralar gibi dini metinlerde izlenebilir. Kişilik, davranışlar, uyuşukluk, canlılık, “karma” denen kader, doğum ve ölüm döngüleri dini öğretilerle açıklanır. Hastalık, geçmiş yaşamda yapılan yanlışların cezası olarak algılanır (Khandelwal ve diğerleri, 2004).

Geleneksel Hint tıp sistemi Ayurveda, fiziksel ve zihinsel hastalıkların anlaşılması için temel oluşturur. Bir kelimeyi (mantra) tekrarlayıp durmak (zikir), uğurlu taşlar, ayinler, adaklar, oruç, kutsama, tanrılara tapınma ve hac ziyareti gibi stratejilerle psikolojik ve tanımlanamayan anormalliklerle uğraşılır. Yoga da duruş, disiplin, derin nefes egzersizleri, konsantrasyon, meditasyon, aydınlanma gibi unsurlarıyla başka bir Hint yaklaşımıdır (Balodhi, 1987).

Hindistan’da ruhsal hastalıklar da doğaüstü güçlere atfedilir. Bazı Hindu tanrılarının insanları kötü güçlere karşı koruduğuna inanıldığı için, rahipler ve dini şifacılar, hasta ve ailelerine yardım eder. Hastalığı yapan iblisler ve ruhlarla “müzakereler” yoluyla tedavi yürütülür. İlginç şekilde, çoğu insan açık mantıksal çelişkilere rağmen hem geleneksel şifacılara hem de modern uygulayıcılara başvurmaktadır (Prasadarao 2009).

DEMORALİZASYON

Öznel bir yetersizlik ve huzursuzluk duygusu, bıkkınlık, bezginlik, güçsüzlük ve cesaretsizlik halidir. Güncel olaylar, stres, hız, yalnızlık sıklıkla moral bozucudur. Keza stres, 21.yüzyılın en önemli sağlık risklerindendir. “Savaş ve kaç” tepkisine karşılık “Eğil ve arkadaş ol”, tavrının strese karşı tipik bir kadın tepkisi olarak evrimleşmiş olduğu öne sürülmüştür (Taylor, 2012).

 Postmodern çağda inancın ve kanaatin yokluğu, bir belirsizlik duygusunu ve duygusal kırılganlığı besleyebilir (Prasadarao 2009). Kimi zaman da kültür psikopatolojinin bir stresörü olabilir, yatkınlığı olan bireylerde ruhsal sorunları aktifleştirebilir (Gurung & Andela, 2009).

Dezavantajlı sınıflara mensubiyet, yoksulluk, şiddet, işsizlik (Kinderman, 2013), otoriterizm (Anuradha & Kumar, 2020) gibi koşullar yaygın demoralizasyon sebepleridir.

KRONİK DEPRESYON

Çoğu zaman depresif eğilimli bireylerin yer yer bir alt kültür grubu oluşturdukları söylenebilir. Bu kimseler yardım aramadıkları için sorunun önemi gözden kaçmaktadır. Bazı metal müzik takipçilerinin, satanizm, nihilizm, anarşizm, siyasal ve sosyal şiddet gruplarının ruh sağlığı her zaman tartışılabilir. Şiddeti, saldırganlığı, ayırımcılığı, hiçliği, çaresizliği empoze eden müziklerin dinlenme oranları bu sorunun yaygınlığı hakkında ipuçları verebilir (Miranda & Claes 2007).

Kronik depresyon kişinin alışılagelmiş benliğinin bir parçası olarak yaşanan, uzun süreli, dalgalı ve düşük yoğunluklu bir depresyon halidir. Bu türden hastalık/sağlık sınırının netleşmediği durumlar, uzmanları bir meydan okuma ile karşı karşıya bırakır: kişilik patolojileri ile iç içe geçmiş ya da onlardan köken alan, tedaviye hatta tanıya dirençli bir ruhsal durum (Aşkın, 2007).

Toplumdaki yaygınlığı sınırlı olsa da (Keller ve ark., 1995) kronik depresyon zamanla bir yaşam biçimine dönüşerek insan mutsuzluğu ile örtüşmektedir. Sosyal zorlanma altında ve düşük eğitim düzeyine sahip bireylerde kronik depresyon çok daha yaygındır (Hussein ve ark., 2004).

İNTİHAR

Birlikte gruplandırıldığında oran olarak en yüksek intihar oranları yüksek gelirli ülkelerdedir: 100 000’de 10,9. İntihar yaşlı erkekler arasında en yüksek olduğu için yaşlı nüfusun yüksek olduğu ülkelerde intihar oranları da yüksektir. Bu ülkelerin veri kayıtları da daha düzgündür. Ne var ki toplamda Dünyadaki intiharların %77si düşük ve düşük-orta gelir grubu içindedir.

Modern toplumlarda intihar, sosyal bütünleşmenin zayıflaması, artan boşanmalar sonucu yaşamın düzensizleşmesiyle artış eğilimindedir. İslam’ın baskın din olduğu ülkelerde daha düşük intihar oranların bildirilmiştir (Lester, 2009).

İntihar davranışıyla ilişkili başlıca psikiyatrik etkenler, depresyon, özellikle umutsuzluk, nevrotiklik, kaygı, duygusal dengesizlik, alkol ve madde kullanımıdır (Lester, 2004).

İntihar Davranışı Motifleri Üzerindeki Kültürel Etkiler

Danimarkalı anneler suçluluk uyandırmayı başlıca disiplin yöntemi olarak kullanmasının, İsveç’li ebeveynlerin performans ve başarıya güçlü vurgu yapmasının intihara yatkınlaştırdığı öne sürülmüştür. Çoğu kültürde kadınlar erkeklerden daha fazla ölümcül olmayan intihar eyleminde bulunduğundan, bu tür intihar davranışlarının kendine zarar verme olarak yeniden adlandırılması, kadınlardaki “intihar davranışı” oranını aşağıya çekti (Lester, 2009).

HÜZÜNLERE GİDEN YOLLAR…

Yoksulluk, İnsan hakları

DSÖ, insan acısının azaltılması ve insan haklarının güçlü biçimde korunmasının daha iyi sosyal ve ekonomik sonuçlar ve daha sağlıklı psikolojiye götüreceğini savunmaktadır. Yoksulluk sosyal stresi kamçılayarak açık bir depresyon nedeni olabilmektedir (Mossakowski, 2008).

Yoksulluğun ruh ve beden sağlığını bozduğu, bu durumunsa yoksulluktan kurtulmayı daha da engelleyerek bir kısır döngü yarattığı görülmektedir. Ekonomik eşitsizlik, yoksulluktan bağımsız olarak daha fazla depresyon, uyuşturucu ölümleri, çocuklarda eğitimsel ve ruhsal sorunlar ve çocuk cinayetleriyle ilişkilendirilmiştir (Simon, 2018).

Yoksulluğun ruh sağlığını bozucu etkenleri arasında kronik ve akut stres, hipotalamik-hipofiz-adrenal (HPA) eksen değişiklikleri, doğum öncesi ve doğumdaki olumsuzluklar, yetersiz beslenme ve toksin maruziyeti (örn. kurşun) sayılabilir. Ailesel stresörler, ebeveyn psikopatolojisi (özellikle depresyon), düşük ebeveyn sıcaklığı, düşmanca ve tutarsız ebeveynlik, düşük uyarımlı ev ortamları ve çocuk istismarı ve ihmalini içerir (Patel, 2007)

Mahrum Mahalleler (Varoşlarda yaşamak)

Kentlerin yoksul mahallelerindeki olumsuz akran etkileri, sosyal networkler, güvenlik/suç/zorbalık riskleri, sosyal izolasyon ağır ruhsal tehditlerdir (Simon, 2018). Gökdelenlerle bitişik gecekondu semtleri, yetersiz altyapı ve eğitim hizmetiyle, gelişimsel ve entelektüel yetersizliğiyle her açıdan istismara açık, politikacılar ve özellikle çeteler için kullanışlı gençler üretmektedir. Politikacılar oradaki insanları nefretle değil uygun altyapı ve sağlıklı gıdalarla beslemelidir.

 Ayırımcılık algısı

Ruhsal sorunlar, özellikle depresyon için kronik stres faktörlerinden biri, ayırımcılık algısıdır. Ayrımcılık stresinin etkilerinin erkekler üzerinde daha şiddetli olabileceğine dair kanıtlar vardır (Cassidy ve ark., 2004). Akıl hastalığına iliştirilen damgalama, dünyada önemli bir sorundur ve insanların hastalığı saklama ve tıbbi yardımdan kaçınmasıyla sonuçlanmaktadır.

İlk travma, ilk acı 

Kimi psikanalistler, sıcak ve korunaklı anne karnından soğuk ve düşmanca dünyaya gelişi travmatik bir ayrılık olarak tanımlar (Rank, 2017). Mistiklerse Tanrı’dan kopup yeryüzüne fırlatılmanın hüznünden söz ederler.  Sufi düşünür Rumi, bu acının metaforu olarak kamışlıktan koparılan Ney’in inleme sesini kullanır (Mevlâna, 2016).

AİLE: BÜYÜK AVANTAJ, BÜYÜK RİSK

Sağlıklı bir aile, üyeleri için güvenilir ve vazgeçilmez bir dayanma hattı iken, dağılmış ve çatışmalı aile ortamı, belirgin ruhsal-davranışsal sorunlar oluşturmaktadır (Behere et al., 2017).

Gelenekselliği baskın olan toplumumuzda, ailelerin çocuklarına düşkünlüğü alkışlanmaya değerse de abartılı ilgi çocuğun bireyleşmesini ve baş etme yetilerini bozabilmektedir (Sümer ve ark., 2010). Bu durum bireyleri kendi başına yaşayamayan, karar veremeyen, sorumluluklarını üstlenemeyen, özgüvensiz, dayanıksız, bazen suça meyilli insanlara dönüştürebilir.

Çocuklarına karşı önceleri yüceltmeci sonra yakınmacı tutum klasik bir Türk ailesi tutumudur.

BEKLENTİLER …

Globalization ve sınırsız iletişim yaşam beklentilerini ve buna bağlı gerlilimi yükseltmektedir. Sosyal medyadaki tüketim şovları insanlarda her gün yeni bir düş kırıklığı, kendine acıma ya da öfke sebebi olabilmektedir. İnsan yapımı kötülükler ve kültürel anomi, tsunami potansiyeli içeriyor. Gençler ve ergenler ateş altındaki kesimdir.

Zayıf sosyo-ekonomik kesimlerdeki çoğu insan da doğup büyüdükleri koşulları kabullenerek, dayanışarak, gerçekçi ve küçük beklentilerle ruh sağlığını koruyabilmektedir (Aşkın, 2007).

İLİŞKİLER, GELENEKLER

Ruh sağlığı için en anlamlı öğeler, içten insani ilişkiler ve arkada bırakılacak izlerdir.

“İnsanları hasta eden yine insanlardır” kuralı (Sullivan, 1953), hoş görünün ve diğergamlığın minimuma indiği toplumlarda daha da belirginleşiyor. Kentleşme/kurumsallaşma yönünden geri kalmışlık, insanlardaki saygı ve güven ilişkisine ağır hasar veriyor, sindiriyor, “hasta” ediyor.

Kültür ve gelenek kimlik oluşumu için önemlidir.  Orta sınıflar, geleneği ılımlı ve insancıl yorumlarla taşırlar. Katı ve akıldışı, cehaletten köken alan töresel öğeler ağır toplumsal baskı doğurabiliyor. Cinsiyetçilik, hak arama yollarının kısıtlı olduğu kimi bölgelerde inanılmaz bir doğallık ve gayri insanilikle uygulanabiliyor. Özellikle cinsiyete göre çifte standartlı “namus” töresi, ürkütücü sonuçlar doğurmaktadır (TBMM, 2005).

Özveriye, başkalarının sevgi, istek ve beklentilerine odaklı depresif kişilik profili kültürümüzün iyi insan tarifiyle örtüşmektedir.

Ahlaki değerlerdeki zayıflama, batıda hukukun güçlenmesiyle dengelendi. Az gelişmiş ülkelerde ise hukuku ya da ahlaki değerleri yalnızca zayıf gruplar savunmaktadır. Bir toplumda gerçek bir hukuk yoksa başka bir olumluluktan söz edilemez.

BEDEN ALGISI VE YEME BOZUKLUKLARI

Beden biçimi ve kiloya ilişkin tercihler, kültürler ve etnik gruplar arasında farklılık gösterir. Sosyal medyada oluşan “ideal beden” vurgusu, beden algısı ve yeme davranışını zedelemektedir.

Anoreksiya nervozanın tanı kriterlerinden “şişmanlama fobisi”, kültüre bağlı bir semptom olabilir, çünkü farklı kültürlerde tutarlı biçimde bulunmamaktadır (Banks, 1992).

Yeme bozukluğunun nadir olduğu Fiji tolumuna televizyonun tanıtılmasından üç yıl sonra, ergen kadınlarda yeme sorunlarında artış gözlendi. Genç kızlar batıdaki standartları kendileri için birer şablona dönüştürmüşlerdi (Becker ve ark., 2002).

DİNLER VE İDEOLOJİLER

 Din, kültürün ana öğelerindendir. Zaman içinde geleneksel veya batıl inançlar(hurafeler) toplumlarda orijinal dini öğretilerden baskın hale geldi. Her çağda Tanrı adına konuştuğunu iddia eden, çoğu muhteris, bir kısmı akıl hastası kimseler, “günah/ateş/azap” gibi kavramları bir sopa gibi kullanarak halka umutsuzluk, korku ve güvensizlik saldılar, insanlar örselendi.

18 ve 19. yüzyılda Batı ülkelerindeki sosyopolitik değişimler ve Aydınlanma felsefesiyle birlikte tüm psikolojik süreçlerin doğal sebepleri olduğu düşüncesi gelişti. Çoğu doğu-ortadoğu toplumlarında ise ruhsal sorunlar genellikle şeytan ve cinler, iyi ve kötü, Tanrı ve melek kavramlarıyla açıklandı. Bugün bile İstanbul’un gelişmiş semtlerinde Şaman, Budist, Taoist, astrolog, aile dizimi, enerjici, büyücü ve muskacı gibi iyileştiriciler(!) başı çekmekteler.

Psikodinamik modeller dini açıklamakta baba figürü, anne figürü, nesne ilişkisi, bağlanma teorileri gibi kişisel gözlemlere dayandı. Davranışçı, bilişsel vd. modeller de dini kendi perspektifleriyle açıklama yoluna gittiler; gerçekte başka türlüsünü de bilmiyorlardı. Tanrı’nın olmadığını düşünen yazarların insanların “olmayan bir şeye neden inandıklarına” dair kavramsallaştırmaları öznel, ideolojik düzeyde kaldı. Frankl, dine ve Tanrı’ya işaret eden çok az psikoloji bilimi insanından biriydi. Ellis, dinin psikolojik işleyişte zararlı olduğunu iddia ederken, Jung ve Allport dinin anlam ve istikrar unsuru, hem stresör hem de strese karşı tampon olabileceğini savundu.

Ruhsal yaşamda biyolojik etkenlerin rolü anlaşıldıkça “sanrıların /ses işitmelerin”, bağlanma teorileri ya da doğaüstü güçlerden değil nörokimyasal dengesizliklerden kaynaklandığı fark edildi.

Ne var ki 20. yüzyılın sonlarına doğru yine bir dizi sosyal, politik ve ekonomik olay, natüralist bilimin ve onun ahlak/değer sisteminin geçerliliğini sorguladı. Mutlak tarafsız ve ampirik bir bilimin olmadığı, araştırmacının varsayımlarının araştırmanın her unsurunu etkilediği gösterildi. DSM gibi temel tanı araçlarındaki revizyonlar, bilimsel verilerden çok batıdaki siyasi ve sosyokültürel değişikliklerle ilişkilendirildi (Priester ve ark., 2009).

Din ve ruh sağlığı ilişkisinde din, dindarlık gibi tanımlardaki belirsizlik sağlıklı değerlendirmeyi engellemektedir. Bu alandaki araştırmaların meta-analizine göre dindarlık ve psikolojik işlevsellik arasında orta derecede pozitif bir ilişkiden söz edilebilir. Kişisel adanmışlığın en büyük varoluşsal tatmini ürettiği söylenebilir. Ruh sağlığı için olumlu dindarlık türü içsel ve sahici; olumsuz olan “dindarlık” ise dışsal/hesapçı ve güvenlikçidir (Hackney&Sanders, 2003).

Psikoterapi Sürecinde Din

Ellis’e göre klinisyen, “mutlak gerçekler yoktur” mottosuyla danışanların Tanrı inancını terk etmesine yardımcı olmalıdır. Oysa tam aksine, klinisyenin danışanın dünya görüşüne, inançlarına saygı duyması kuraldır (APA, 2002); klinisyen Tanrı’yı reddederken kendini Tanrı’laştırmaya soyunmamalıdır.

Terapistler, dinin özgün/yalın haline vakıf olursa çarpıtılmış ve zihin sağlığını da olumsuz etkileyen dini düşünceler (hurafeler) hakkında maharet kazanabilirler. Kimi hezeyanlar, kompülsif katılıklar, özenilecek, “güçlü dindarlık” işaretleri olarak algılanabilir. Birçok dindar insan, terapiye başvurmayı dahi “tevekkülsüzlük” sanabilir. Mistik, gizemli, yer yer cehaletle inancı özdeşleştiren anormal yaklaşımlar, sağlıklı çare arama yollarını tıkayabilir.

Din ruh sağlığını güçlendirici kognisyonlar üretebilir, alkol, madde kullanımı ve stres verici yaşam olaylarına karşı sıklıkla koruyucu işlev görür. Katoliklik ve Yahudilik gibi bazı inançlar mental sağlığı olumsuz etkileyecek biçimde suçluluk empoze eder. Kimi dini gruplar hastalığı Tanrının cezalandırması biçiminde değerlendirip yıkıcı olabilmektedir (Goffredo & Simon, 2007).

Türk perspektifi

Dini ağıtlara salmak

Yas ve keder, Hristiyanlık ve Yahudilikte olduğu gibi bazı İslam mezheplerinde de dini yaşantının zeminini oluşturur; bu grupların dini törenleri bazen bir cenaze törenini andırır. Sürekli anılan travmalar, toplumda örtük bir “gülme yasağı” oluşturmaktadır. Arabeskten bozma ilahiler, dini mesajı çarpıtan keyfi yaklaşımlar insanlarda inanç karmaşası da oluşturmaktadır. Kültürümüzün bir ürünü olan “acıyı bal eylemek” sözü, travmatik çağların kuytularından gelen bir çığlıktır.

“Izdırap” felsefesi, hüznü yayarken depresif bireylere de hastalıklarını “sevap”, “hikmet” olarak algılayabilecekleri bir zemin sunabilir. Dinlere sızmış hurafe ve hayaletlerle dolu anlayış, sayısız obsesyonel/fobik inanç, orijinal dini maskeleyebilmektedir. Eğitim düzeyi zayıf kitleler için, “büyükler ne derse ona inanmak” araştırmaktan çok daha konforlu bir yoldur.

Mistisizm: Yavaşlığın konforu

Uzak doğu inançlarında baskın olan Mistisizm tüm dinlerin içerisinde vardır. Aşırı dünyevileşmeye ya da hırs dolu çalışmaya tepki olarak ortaya çıkmış içe dönük yaşam, dünyayı ya da kendini önemsizleştirmeyi, vazgeçme kültürünü desteklemiştir.

Mistiklik bazen miskinlikle örtüşerek, patolojik davranışları ve anlatıları kutsayabilmektedir. Mistiklerde gözlenen algısal değişikliklerin psikoz sanılması kadar psikozun “ermişlik” hali sanılması da dramatik sonuçlar doğurabilmektedir.

Dünya tarihinde tarikatlar, 12.yüzyıla kadarki türbülansta çekim merkezleri olmuş ve sonrasında uzun bir sessizliğe bürünmüşlerdir. 18. yüzyılla hızlanan toplumsal kargaşa, karamsarlık ve ümitsizlik atmosferinde işlevsel ve reaksiyoner niteliklerini yeniden kazanan tarikatlar, çöküş ve yozlaşmaya bir tepki iken zaman içinde yozlaşmanın parçası olmaktan uzak kalamamışlardır (Taş & Güvendi, 2020). Mehdi, Mesih, peri, büyü, keramet, hayalet, alamet gibi kavramlar, itiraz edenin kafir ilan edilebildiği, insanların hayatını etkileyebilen öznel, belirsiz kavramlardır.

Cemaatler

Türkiye’de yaşam biçimleri benzeşen insanlar ister dini ister seküler olsun “cemaat” formunda kümelenmiş ve ötekilere yabancılaşmıştır. Dini cemaatler de iyilikte yarışma ilkesiyle yola çıkmış, ruhsal/sosyal yardımlaşma örnekleridir. Ne var ki her grubun denetimsizliği ve aşırı güçlenmesi, doğal olarak dejenerasyonu ve dolayısıyla huzursuzluğu besleyebilmektedir.

Kimi gruplar başka hiç kimseye karşı kullanmadıkları “kafir, mürtet, dinsiz, zındık, sapkın, hain” gibi ifadeleri diğer dini gruplara karşı hoyratça kullanabilmektedir. Kimi dini grupların su-i zan, yaftalama, haset, gıybet, yalan, iftira gibi İslam’ın sert biçimde yasakladığı yöntemleri kullanması, meselenin dini olmaktan çok öfke ve çıkar kaynaklı olduğunu düşündürmelidir.

Din adına şiddetin meşrulaştırılması, İslam dünyasının gelişimini ve zihin kimyasını altüst etmiştir.

Şiddet ve istismar içeren söylemler, Batıda hukuk, rasyonalizm ve sekülerizmle birlikte azalmıştır.

Türkiye: Önyargıların savaş alanı.

Yüzyıllarca sürmüş yenilgiler, kayıplar, yoksulluk ve cehalet eseri olan gerilimler, otoriter tutumlar, adil paylaşmaya susamışlık, düş kırıklıkları, travmalar, kutuplaşma ve çatışmanın zeminini oluşturdu; bu zemin kültürümüze ve ruh sağlığımıza ağır hasar verdi.

Değer yargıları, dünyayı algılayışı ve siyasi tercihleri ile birbirinden ayrışmış iki farklı toplumsal yapı oluştu (Çarkoğlu & Toprak, 2006). New York Times’ta yer alan bir başlık sarsıcıydı: “Ne keder (Büyük Ankara katliamı) ne de zafer (Nobel Kimya ödülü) birleştirdi Türkleri’’.

Kapalı devre iki toplumlu yapılanma içinde uzlaşmayı küçümseyen uç unsurlar toplumsal barışı bozdu. Barış içinde yaşamayı arzulayan geniş kitleler korku ve umutsuzluğa kapıldı. Hala geçmişteki liderlerin hangisinin üstün olduğunun kavgasını veren bir entelektüel sığlık içindeyiz.

İnsanları sevmek ve hoşgörülü(!) olmamız için tek şartımız var: “bizden olmaları”. Diğerini anlamaktan çok, ideolojik bir zıtlaşma dili, irrasyonel-duygusal tepkilerle dolu “kurban” psikolojisi. Bu kör döğüşü dünyamızı ve ruhumuzu karartmaktadır. Dünya Mutluluk İndeksinde 146 ülke arasında 112. (Kemp, 2021), En Öfkeliler Skalasında ise 8. sıradayız (Gallup, 2019).

Türk toplumu, Osmanlının son döneminden bu yana her iktidar döneminde tattığı kısa özgürlük dönemleriyle kısmi bir demokrasi bilinci kazandı. Ne var ki hızla otoriterleşen yönetimlerle “travma-kutuplaşma” sarmalında yaşayan bir toplum ürettik. İnsanların “yaşamak için susması”, boyun eğmesi, neşesiz, güvensiz bir toplum doğurmaktadır. Etkin bir hukuk sistemi ve sağlıklı kurumlar oluşturamayan az gelişmiş ülkelerde otoriterlik el değiştirerek devam etmektedir. “Hayatımız bizim olan tek şeydir” (Ortega)

İDEOLOJİLER: MODERN DİNLER

Modern zamanlarda militarism, faşizm, teknolojizm, nasyonalizm, tüketim çılgınlığı, fundamentalizm, new ageizm, çilecilik ve psikolojizm gibi “yalancı din”lerin yükselişine tanık olduk (Drazenovich & Kourie, 2010).

İdrakimize giydirilen deli gömlekleri (Meriç, 2004) olan ideolojiler, daha çok kaygılı, özgüvensiz kişileri büyüleyerek (Stone Schaffner, 1988), tuhaf peygamberleriyle birlikte geçip gittilerse de kendi başına var olamayan bireylerde varlıklarını hala sürdürmektedir.

Adil bir dünyanın olmadığı ve asla olmayacağı gerçeği, “ezilenlerin ya da öfkenin dini” olarak ideolojileri üretti. Ruhbanları aracılığı ile sert-acımasız bir süper ego, sayısız “hain” ve “dönek”, insanlarda ölçüsüz suçluluk duygusu oluşturuldu, acımasızca kan akıtıldı. İdeolojiler yerleşik düzenleri salladı ama her devrim yalnızca yeni diktatörler doğurdu.

MODERNİZM: KÜRESEL KÜLTÜR/SOSYAL MEDYA

Özellikle geçiş kültürlerinde küreselleşme, kültür etkileşimi ve kültürsüzleşme, savunmacı ve fundamentalist değerleri ve gerilimi artırdı. Geleneksel destek sistemleri sarsıldı, aynı ailede bile kültürel farklılaşmışlık, çatışma, huzursuzluk ve ruhsal sorunlar doğdu (Bhugra, 2014).

Gitgide daha fazla hissedilen yıkıcı rekabet, tüketim hırsı, gelir uçurumu ve bireyciliğle plastik ve narsistik bir çağı yaşamaktayız. Referansları olmayan, ürkütücü bir özgürlük yanılsaması. Gerçek olay ve insanlara değil medyadaki imajlara maruz kalmaktayız.

Dünya nüfusunun %53’ünün kullandığı sosyal medya (Kemp, 2021), haber alma fırsatını ve bireysel özgürlükleri genişletirken, yanlış bilgi akışları, algı operasyonları, bilgi hırsızlığı, suç, terör, nefret söylemleri, mitler, yalan ve spekülasyonlarla ürkütücü bir atmosferdir (Fuchs, 2016). Sosyal medya, bilgi ve gürültü kirliliği, şaşırtıcı bakış açıları, yarış, kıyaslama, şov ve tüketim odaklı yapısı ile yapay varlıkların rol model olduğu bir “zombi”leşme arenası, aynı zamanda bağımlılık, dikkat dağınıklığı, depresyon ve anksiyete nedeni (Keles ve ark., 2019).

Modern zamanlarda sosyal bağların sanal aleme kaydığını, gerçeğin yerini algıya bıraktığını, sahiciliğin, dayanışmanın, barışın birer tören cümlesine dönüştüğünü izliyoruz. Yeni yüzyılın eteklerinde postmodernitenin, gerçek ötesi’nin rüzgarında savruluyoruz.

POSTMODERNİZM: KAHRAMANSIZ YAŞAMIN RAHATLIĞI

“Hepsi de uyar”

 İkinci Dünya Savaşı sonrası sahne alan Post modernizm, sanat, edebiyat ve bilimsel etikle ilgili inançların ve iyimserliğin kayboluşunu vurgular: her şeyi ve herkesi eleştirme, adeta hiçbir şeyi “doğru”lamama, kuralsızlık ve ilkesizlik. Post-modern bilincin özellikleri: boşluk, karamsarlık, duygusuzluk, kuşkuculuk olarak tanımlanabilir (Vattimo, 1988). Geleneğin sınırlarını yıkarken, sağlıklı bağları da koparmakta mıyız?

Kahramanların sıradan insanlardan farksızlığını yansıtan postmodernizm, “büyük anlatılara”, “büyük projelere”, “büyük ilkelere”, “Batı kültürüne” itirazdır. Akılcılık, pozitivizm-nesnel gerçeklik, değer sistemleri yanı sıra evrensellik, özgürlük gibi kavramların da kutsallığını reddeder. Yalnızca ahlakı değil bilimi de görecelileştirip self-referanslılığı esas alır. Hemen tüm bilimsel çalışmalar tutarsızlıklar göstermektedir. Postmodern çağ, kafası çelişik bilgilerle dolu bireylerin ön aldığı, parçalanmışlık hissi ve ruhsal krizler sunan bir dönem (Bessa et al., 2016).

Toplumların mal üretiminden bilgi ve hizmet üretimine kayması modern çağdan postmodern çağa geçişi anlatmaktadır. İstihdamdaki değişimin örneği, gece, hafta sonu, düzensiz saatlerde, mesai kavramının yok olduğu “esnek çalışma” veya “esnek sömürü” modelidir (Bourdieu, 1998). İş güvencesinin sürekli tehdit altında olduğu istikrarsızlık, belirsizlik ve çatışma, kaos veya rastgelelik postmoderniteyi en iyi tanımlayan kavramlardır.  Kültürle beraber düzen, yapı ve dengenin yok oluşu.

Çağın en önemli sorunu, değişimin baş döndürücülüğüdür. Hızlı değişim, korku, şaşkınlık ve kararsızlık üretiyor: Alışkanlık ve kurallar, kısa sürede tedavülden kalkıyor, ‘‘ruhlarımız arkada kalıyor’’. Süper egoyu yumuşatırken vicdanı öldürme riskini yaşıyoruz.

KAYNAKÇA

Abdel-Khalek, A. M. (2007). Religiosity, happiness, health, and psychopathology in a probability sample of Muslim adolescents. Mental Health, Religion & Culture, 10 (6), 571–583. https://doi.org/10.1080/13674670601034547.

Anuradha. S, Kumar RU (2020). Effects of Oppression on Mental Health. European Journal of Molecular & Clinical Medicine. 7: 4902-4905.

Aşkın R. (2007). Kronik Depresyon. Psikiyatri Temel Kitabı. HYB Basım Yayın. Ankara.

Behere, A. P., Basnet, P., Campbell, P. (2017). Effects of Family Structure on Mental Health of Children: A Preliminary Study. Indian Journal of Psychological Medicine, 39(4), 457–463. https://doi.org/10.4103/0253-7176.211767.

Balodhi, J. P. (1987). Constituting the outlines of a philosophy of ayurveda: Mainly on mental health import. Indian Journal of Psychiatry, 29, 127–131.

Bessa, Y., Brown, A., & Hicks, J. (2016). Postmodernity and Mental Illness: A Comparative Analysis of Selected Theorists. American International Journal of Contemporary Research, 3(4).

Bhugra, D. (2014). Globalization, culture and mental health. International Review of Psychiatry, 26(5), 615–616. https://doi.org/10.3109/09540261.2014.955084

Çarkoğlu, A., & Toprak, B. (2006). Değişen Türkiye’de din, toplum ve siyaset. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı.

Drazenovich, G., & Kourie, C. (2010). Mysticism and mental health: A critical dialogue. HTS Teologiese Studies / Theological Studies, 66(2). https://doi.org/10.4102/hts.v66i2.845

Eshun, S., & Gurung, R. A. R. (2009). Culture and Mental Health: Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Wiley.

Fuchs, C. (2016). Sosyal Medya. Eleştirel bir Giriş. Çev. Saraçoğlu D, Kalaycı İ. NotaBene Yayınları.

Gallup, Inc. (2019). Gallup 2019 Global Emotions Report. https://www.gallup.com/analytics/349280/gallup-global-emotions-report.aspx

Goffredo, B&Simon, D. (2007). Religion and mental health . In: Culture and Mental Health. A comprehensive textbook. Bhui K, Bhugra D. eds.  Edward Arnold (Publishers) Ltd: 47-53.

Gurung, R. A. R. & Andela, R-W. (2009). Stress and Mental Health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung eds. Culture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.

Helliwell, J. F., Layard, R., Sachs, J. D., De Neve, J.-E., Aknin, L. B., Wang, S. (Eds.). (2022). World Happiness Report 2022. New York: Sustainable Development Solutions Network.

Husain, N., Gater, R., Tomenson, B., & Creed, F. (2004). Social factors associated with chronic depression among a population-based sample of women in rural Pakistan. Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 39(8). https://doi.org/10.1007/s00127-004-0781-1

Johnson, L. A., Bastien, G., & Hirschel, M. J. (2009). Psychotherapy in a Culturally Diverse World. Wiley-Blackwell EBooks, 115–148. https://doi.org/10.1002/9781444305807.ch7

Keles, B. Y., McCrae, N., & Grealish, A. (2020). A systematic review: the influence of social media on depression, anxiety and psychological distress in adolescents. International Journal of Adolescence and Youth, 25(1), 79–93. https://doi.org/10.1080/02673843.2019.1590851

Keller, M. B., Klein, D. N., Hirschfeld, R., Kocsis, J. H., McCullough, J. P., Miller, I. W., First, M. B., Holzer, C. E., Keitner, G. I., Marin, D. B., & Shea, T. (1995). Results of the DSM-IV mood disorders field trial. American Journal of Psychiatry, 152(6), 843–849. https://doi.org/10.1176/ajp.152.6.843

Kemp, S. (2022). Digital 2021: Global Overview Report. DataReportal – Global Digital Insights. https://datareportal.com/reports/digital-2021-global-overview-report

Kinderman, P., Schwannauer, M., Pontin, E., & Tai, S. (2013). Psychological Processes Mediate the Impact of Familial Risk, Social Circumstances and Life Events on Mental Health. PLOS ONE, 8(10), e76564. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0076564

Lester D. Culture and Suicide. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd. 2009: 35-54.

Markey Hood MA, Jillon S. Vander Wal, and Judith L. Gibbons (2009). Culture and Eating Disorders. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd. 35-54.

Meriç, C. (2004). Bu ülke. İletişim Yayınları.

Mevlâna Celaleddin Rumi (2016). Mesnevi. Akçağ Yayınları.

Miranda, D., & Claes, M. (2007). Musical preferences and depression in adolescence. International Journal of Adolescence and Youth. https://doi.org/10.1080/02673843.2007.9747981

Mossakowski, K. N. (2008). Dissecting the Influence of Race, Ethnicity, and Socioeconomic Status on Mental Health in Young Adulthood. Research on Aging, 30(6), 649–671. https://doi.org/10.1177/0164027508322693

Prasadarao P.S.D.V. (2009). International Perspectives on Culture and Mental Health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and Mental Health. Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.

Priester PE, Shiva Khalili, and Jose E. Luvathingal (2009). Placing the Soul Back into Psychology: Religion in the Psychotherapy Process. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and Mental Health. Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.

Rank O. (2017) Doğum Travması. (Çevirmen Sabir Yücesoy). Metis Yayıncılık.

Regan A. R. Gurung., Angela Roethel-Wendorf (2009). Stress and Mental Health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.

Sam, D. L., & Moreira, V. (2012). Revisiting the Mutual Embeddedness of Culture and Mental Illness. Online Readings in Psychology and Culture, 10(2). https://doi.org/10.9707/2307-0919.1078

Sartorius N. Foreword (2007). Culture and mental health: A Comprehensive Textbook. Bhui K, Bhugra D. (eds).  Edward Arnold (Publishers) Ltd: xv-xvı.

Simon KM, Michaela Beder, Marc W. Manseau (2018). Addressing Poverty and Mental Illness. Jun 29, Psychiatric Times, Vol 35, Issue 6.

Stone, W. F., & Schaffner, P. E. (1988). The Psychology of Politics (2nd ed. 1988). Springer.

Sullivan, H. S. (1968). The Interpersonal Theory of Psychiatry. W. W. Norton Company.

Sümer, N., Aktürk, E. G., & Helvacı, E. (2010). Anne-Baba Tutum ve Davranışlarının Psikolojik Etkileri: Türkiye’de Yapılan Çalışmalara Toplu Bakış. Türk Psikoloji Yazıları-TPD, 13(25), 42–61.

Taş, K. & Güvendi, T. (2021). DİN VE DÜNYEVİLEŞME BAĞLAMINDA TÜRK TOPLUMUNDA TARİKAT VE CEMAATLER. Tabula Rasa: Felsefe ve Teoloji, (34) , 29-34

Taylor, S. E. (2012). Tend and befriend theory. In P. A. M. Van Lange, A. W. Kruglanski, & E. T. Higgins (Eds.), Handbook of theories of social psychology (pp. 32–49). Sage Publications Ltd. https://doi.org/10.4135/9781446249215.n3

TBMM. Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Raporu 2005. https://www.tbmm.gov.tr › sirasayi › donem22 › yil01.

Vatan Gazete (2021). Ne keder ne zafer birleştirdi Türkleri!  https://www.gazetevatan.com/gundem/ne-keder-ne-zafer-birlestirdi-turkleri-873631

Vattimo, G. (1991). The End of Modernity: Nihilism and Hermeneutics in Postmodern Culture. Amsterdam University Press.

World Health Organization. (2022).  World mental health report: transforming mental health for all. https://www.who.int/publications/i/item/9789240049338

 

YÜZYILIN YILDIZI: ALİYA

YİRMİNCİ YÜZYILIN YILDIZI: BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ
“Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür”.

Türkiye’nin serhat boylarındaki uç kalesi Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı idi Aliya. Gülümseyen yüzü, kin bilmeyen yüreği, uzun boyu ve bilgeliği ile Müslüman Boşnakların lideri. Halkının özgürlüğü uğruna verdiği mücadele ve kahramanlığı yanında “Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder” uyarısı ve İslam’ın anlaşılmasındaki sefaletten duyduğu ıstırapla da tarihte yerini aldı. Aliya, köklü ve tertemiz bir ahlak anlayışını yansıtan rehberliğiyle, Müslüman coğrafyayı radikalizmden, cehaletten ve çıkarcılık bataklığından uzak tutmak isteyen bir deniz feneridir.

Bu büyük insan, en zor şartlarda bile sözleri ve yaşayışı çelişmeyen samimi bir düşünce ve dava adamı, örnek bir siyasetçi oldu. Devlet başkanıyken bile duruşunu terk etmeyen, hayatını orta sınıf bir Bosnalınınki ile özdeşleştiren Aliya, müstesna bir Müslüman kimliğini yansıtır. “Benim için yeryüzünde iyi, doğru ve güzel olan ne varsa o İslam’dır.”

Batı ve Doğu’nun kesiştiği yerde, Bosna’da doğmuş olması, dokuz yılını çalan hapishane günleri, dünyanın en önemli düşünce insanları ve politikacıları ile buluşmaları, korkunç acıların yaşandığı savaş trajedisindeki komutanlığı, liderlik ve cumhurbaşkanlığı ona insanı ve İslam’ı çok yönlü anlamakta eşsiz bir birikim sağladı. “Olduğunuz gibi kalın; dininizi, milliyetinizi koruyun, kimliğinizi kaybetmenin bedeli köleliktir”.

Cumhurbaşkanlığı süresince akrabalarını devletten uzak tuttu. Eleştirileri kendini düzeltme fırsatı sayan bir olgunlukla karşılayıp, engin alçak gönüllüğüyle her türlü övgüye hatta fotoğrafının salona asılmasına bile izin vermeyen bir bilgelikle yaşamıştır. “Allah’ın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir”.

Aliya, 1925’te Bosna Hersek’in Samac şehrinde doğdu. Hacı Camii imamı Rahmanoviç’in, Rahman suresini benzersiz bir güzellikte okuduğu çocukluk dönemini özlemle anar. İmanının gençliğindeki inkâr döneminden güç aldığını söyler. İnanışı, gelenekten edinilen bir din değil, yeni baştan tesis edilmiş bir iman atlasıydı. Dinin ana mesajını ahlaklı yaşamak ve sorumluluk duygusu olarak vurgular. “Din ahlaktır, onu hayata geçirmek ise terbiyedir”.

İslam’ın gelişiminin imamların katı yorumlarıyla engellendiğini belirtir ki bu uyarısının değeri zaman geçtikçe artmaktadır. “Kuran ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir”. Gerçekten akıl dışı ve hatta maksatlı yorumlarla doldurulan imamların İslam’ı, dini içerikten yoksun “tepkisel ve hayata aykırı” bir inanç sistemi de doğurdu.
“Hedefimiz, Müslümanların İslamlaşmasıdır. Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafının kaynağı budur”.

Mücadelesi

İkinci Dünya Savaşı esnasında Faşist Hırvat Ustaşa’ların ülkedeki Müslümanları Hırvat ilan ederek yaptığı büyük zulümlere ilaveten ırkçı Sırpların oluşturduğu Çetnik grupların da katliamı yaşandı.

Aliya, Yugoslavya Krallığı döneminde de Müslüman Boşnakları bilinçlendirmeyi amaçlayan Genç Müslümanlar oluşumunun öncü isimlerindendi. Bu oluşum, Müslümanların ülkedeki diğer etnik ve dini gruplarla eşit haklar elde etmesini amaçlıyor, bir yandan da Çetnik ve Ustaşa’ların yıktığı Müslüman evlerin ve camilerin yeniden inşası için çalışıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda kurulan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti, faşizmi alt etse de Müslüman Boşnakların sorunlarına çözüm olmadı. Aliya, Genç Müslümanlar olarak Boşnak haklarını korumaya yönelik faaliyetleri nedeniyle 1946’da tutuklandı. Hapiste kaldığı üç yılın ardından Halide Hanım’la evlendi. 1956’da Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Leyla, Sabina ve Bakir adlarında üç çocukları oldu.

Aliya, Tito döneminde de yazılarını, çocuklarının baş harflerinden oluşan “LSB” mahlası ile yayınladı. “İslam Deklarasyonu” isimli eserini 1970’te yayınladı. “Mücadele ıstırabı çeken birçok kişiyi mağlup değil galip saymamız hakikatin teslimidir. Çünkü ahlak ne faydacıdır ne de insana bir çıkar sağlar. Ahlak rasyonel olan değildir”.

Tito’nun 1980’de ölümüyle Yugoslavya’da aşırı milliyetçilik yeniden hortladı. İzzetbegoviç, yazdığı “Doğu ve Batı Arasında İslam” eseri yayınlanmadan hemen önce 1983’te örgüt lideri suçlamasıyla 12 Müslüman aydınla birlikte tutuklandı. 14 yıl hapse mahkûm edildi. 1987’de pişmanlık duyup af dilemesi halinde serbest bırakılacağı teklifini reddetti. 1988’deki afla serbest kaldı. “İnsanın kişiliğini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir”.

İzzetbegoviç, 1990’da kurulan ve bugün de Bosna Hersek’teki Boşnakların en büyük partisi konumundaki Demokratik Eylem Partisinin (SDA) ilk genel başkanı seçildi. SDA, ilk çok partili seçimde ülkede en yüksek oyu alırken, Aliya da eski Yugoslavya’daki 6 sosyalist cumhuriyetten biri olan Bosna Hersek’in Başkanı oldu. “Tabiatın determinizmi, insanın ise kaderi vardır”.

Bosna Savaşı

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Bosna Hersek’in de bağımsızlığı gündeme geldi. 1991’de Hırvatistan’da başlayan çatışmalar Bosna Hersek’in köylerine sıçradı. Aliya, “Her şeye kadir olan Allah`a yemin ederim ki köle olmayacağız!” diyerek 1992’de Bağımsızlık referandumuna gitti. Bosnalı Sırpların boykot ettiği referanduma katılanların yüzde 99,7’si bağımsız Bosna Hersek’e “evet” dedi.

Referandumun ardından Yugoslav Halk Ordusu (JNA) ve silahlandırdığı paramiliter Sırp gruplar, Bosna Hersek’in farklı şehirlerinde saldırılara başladı. Sırp güçleri tarafından 3,5 yıl kuşatma altında tutulan başkent Saraybosna’nın yanı sıra başka birçok şehirde büyük katliamlar yaşandı.

İnsanlar evlerinden sürülüyor, kadınlara tecavüz ediliyor, İslam’a ve Boşnak kültürüne dair ne varsa yok ediliyor, toplama kamplarında akıl almaz işkenceler yapılıyordu. Aliya, tüm halkı bu saldırılara karşı koymaya çağırıyor, Boşnaklar Aliya’nın liderliğinde çetin bir mücadele veriyordu. “Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler”.

Srebrenitsa Soykırımı

Boşnakların elindeki silahlar Birleşmiş Milletler Barış Gücü tarafından “halkı kendilerinin koruyacağı” gerekçesiyle toplanmış ve bölge insanları savunmasız kalmıştı. Srebrenitsa’yı korumakla görevli olan Hollandalı Komutan Karremans kendisine sığınan 25 bin kişiyle birlikte şehri Sırplara teslim etti. Srebrenitsa’ya giren Sırp ordusu, 11 Temmuz 1995’te 8 bin 372 Boşnak’ı katletti. Sonraki günlerde Sırp General Ratko Mladic, şehri boşaltan Karremans’a hediye verirken görüntülendi.

Avrupa’da hukuki olarak da belgelenmiş ilk soykırım olma özelliği taşıyan Srebrenitsa soykırımı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen en büyük toplu katliam olup üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen unutulmadı. Nilüfer’in “Bosna’da bıraktım kalbimi çocuklara” şarkısı, o dönemin unutulmayacak bir Türk ağıtıdır.

Uluslararası Adalet Divanı, uzun süren yargılamalarla, olan bitenlere “katliam” dedi ve Ratko Mladic’i birçok suçtan müebbet hapse çarptırdı. Değişik mahkemelerde Srebrenitsa katliamı nedeniyle 45 Sırp da ağır cezalara çarptırıldı.

Müslümanlar açısından Bosna savaşının faturası çok ağır oldu. 1991-l995 yılları arasında 200 bini aşkın Boşnak hayatını kaybetti, iki milyon insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, birçok köy ve kasaba yakıldı. Boşnakların tarihi hafızasını ve Müslüman kimliğini yok etmek için birçok kütüphane ve arşiv, yüzlerce cami yok edildi. Mezarlıklar bile bu barbar saldırılardan payını aldı.

“Ben Avrupa`ya başım eğik gitmiyorum. Çünkü biz çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptı. Hem de Batı`nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına!”.

Hafif silahlı Boşnakların başında, bağımsız Bosna’nın başkanı Aliya İzzetbegoviç vardı. Brüksel’de bir toplantıda Aliya iyice bunalmıştı. Neredeyse her şeyin bittiği bir anda gazetecilerin, “Şimdi ne yapacaksınız?” sorusuna, “Şimdi ben İstanbul’a gidiyorum” diyerek kalbindeki Türkiye sevgisini gösterdi. Ne yazık ki dönemin başbakanı Demirel, Bosna’ya el altından destek verse de İstanbul’a gelen mazlumların sesi Aliya ile o acılı günlerde görüşmedi. “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sesi değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır!”.

Fakat rahmetli Turgut Özal, açıkça ve her zaman Boşnakların yanında oldu. Özal, ABD’de Prostat Kanseri ameliyatı sonrası ziyaretine gelen Başkan Bush’a o haliyle bile ısrarla Bosna’daki katliama müdahale etmesini telkin edip durdu. Sonraki ABD Başkanı Clinton’a da Türk askerinin duruma müdahalesini önerdi ancak kabul ettiremedi. Bizim utandığımız din savaşları uygar(!) dünyada bitmemiş miydi yoksa?

“Şunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan üzerine, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur!”.

Türk halkı tek yürek halinde Bosna halkının ardında saf tuttu, kolundaki bileziği, giysisi, yatağı yorganıyla her açıdan destekledi. Elimizde olan, eşten dosttan toplanan her şeyi Bosnalılar için gönderdik.

Aliya, ahlakı, menfaate ve faydaya feda etmeyen bir liderdir. Büyük kıyım ve zulümlere rağmen hiçbir şekilde adalet ve merhametten sapmadı. “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir. Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın anlamı kalmaz”.

Özal’ın kalp ağrısı

Sırpların giriştiği soykırımlara Cumhurbaşkanı Turgut Özal çok üzülüyor, çözüm için peş peşe sonuçsuz görüşmeler yapıyordu.
Sonunda Prof. Mustafa Kahramanyol adına ulaştı; bu kişi bir askerdi ve bölgeyi de bölge insanını da çok iyi tanıyordu. 1993 Şubat’ında Özal kendisini Harbiye Orduevi’ne çağırarak “Ne yapmak lazım?” diye sordu. Kahramanyol, yapılması gerekenleri, başta Boşnak Ordusu’nun eğitimi, Bosna’ya silâh sevkiyatı, gerekirse bölgeye gönüllülerin gönderilmesi olmak üzere tek tek sıraladı.
Prof. Kahramanyol sözlerini bitirince Özal, “Seni bana Allah gönderdi” dedi ve devletin ilgili kurumlarına “harekete geçin!” talimatını verdi.
Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devlet olarak harekete geçemedi. Özal’ın vefat etmesi ile resmi Bosna defteri kapandı. İkinci bir toplantı yapılmadı.

Barış

ABD, Balkanlar’daki çatışmaların uzamasının kendi çıkarlarına zarar vereceğini gördü. 28 Ağustos’ta Saraybosna’nın merkezinde pazar yerine yapılan havan topu saldırısında 43 insan öldü. Bunun üzerine NATO tarafından 30 Ağustos 1995 tarihinde Bosna’daki Sırp hedeflere yönelik operasyon başlatıldı.

ABD askerlerinin yanı sıra, Türkiye, Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, İtalya ve İspanya’dan askerlerin de katıldığı NATO müdahalesinde toplam 750 saldırı düzenlendi. Müdahale hızlı bir şekilde 20 gün içinde amacına ulaştı.

Boşnaklar savaşta üstünlüğü ele geçirmişti ki Miloşeviç, Tudjman ve İzzetbegoviç ABD’de bir araya getirildi. Her üç lider de önlerine konan anlaşmayı imzalamak istemedi. Bunun üzerine liderlerin dünya ile ilişkileri kesildi, hepsine askeri üste tutuklu muamelesi yapıldı, tehdit ve hakaretler yağdı. Sonunda 14 Aralık 1995’te antlaşma ortaya çıktı; özellikle de Boşnakların, Osmanlıya dayatılan Sevr benzeri bir antlaşmaya imza atmaları sağlandı. Bu metnin adına da “Dayton Barış Antlaşması” denildi!

Aliya İzzetbegoviç, silahları sustursa da ülkeye karmaşık bir siyasi yapı getiren Dayton’u, “Ne yazık ki bu adil bir barış değil, ancak savaşın sürmesinden daha iyidir” diyerek kabullendi.

1999’da da Kosova’da Arnavut katliamına başlayan Sırplara karşı aynı NATO, Srebrenitsa’daki hatasını tekrarlamadı ve hızla müdahale ederek yeni bir soykırımı önledi.

Aliya ilk Cumhurbaşkanı

Aliya İzzetbegoviç, savaşın ardından yapılan ilk seçimde Bağımsız Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı ve daha sonra da Devlet Başkanlığı Konseyi’nin ilk başkanı oldu. “Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı”.

Onun aşağıdaki öğüdünü İslam dünyasında kendisinden başka uygulayan olmadı:
“İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin, kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur, her iktidar geçicidir ve herkes er ya da geç önce milletin ve nihayet Allah`ın önünde hesap verecektir”.

Bilge kişiliğiyle de tanınan Aliya, hayatı boyunca kitaplar yazdı. 1997’de Tahran’daki İslam ülkeleri konferansında, eleştirilerini tüm İslam dünyasına haykırdı:

“Evet İslam en mükemmeldir ama biz mükemmel değiliz! Batı güçlü, kültürlü ve organizedir, okulları bizimkilerden daha iyi, şehirleri bizimkilerden daha temizdir. Batıda insan hakları daha üst düzeydedir, fakirlere ve özürlülere yönelik sosyal imkanlar daha iyidir. Batılılar genelde sorumlu ve doğru insanlar. Onların gelişmişliklerinin karanlık yönlerini de biliyor ve göz ardı etmiyorum. Batıyı küçümsemek yerine onunla yarışmalıyız! Kur’an bize “İyiliklerde yarışın!” diye emretmiyor mu? “

Aliya, 2000’de sağlık sorunları nedeniyle Devlet Başkanlığından istifa etti. Bosna Hersek halkına uluslararası arenada tanınan, bağımsız ve egemen bir devlet bıraktı ve 19 Ekim 2003’te başkent Saraybosna’da vefat etti. “Hayat inanan ve güzel ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur”.

Cenazesine farklı ülkelerden 150 binden fazla insanın katıldığı Boşnak lider, vefatından önce “Şehitlerin arasında mütevazi bir mezara defnedilmek istediğini” vasiyet etmişti; Saraybosna’da acının ve direnişin sembolü olan Kovaçi Şehitliği’ne defnedildi.

Aliya olmasaydı bugün Fatih’lerin Bosna’daki yetimlerinin son parçalarını, faşist Sırp ve Hırvatların kanlı dişleri arasında seyrediyor olurduk. Onun hayatı, bir yandan tevazu ve sadelik diğer yandan insanlığın özgürlüğü ve adalet için azimle çalışmaktan ibaretti. Yardımseverdi, cesurdu, korkusuz ve mücadeleciydi.

“Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın”.

Aliya Bosna’dır, insanlık adına bir umuttur; Boşnaklar için sadece bir lider değil aynı zamanda hepimiz için bir örnek, bir eğitmen ve semboldür. O, hepimizin Aliya’sıdır.

Selahaddin Eyyubi’nin sekiz yüzyıl sonraki izdüşümüne, günümüz Müslümanlarının kutup yıldızına selam, hürmet ve rahmet dualarıyla!

Prof. Dr. Rüstem Aşkın. Yüzyılın Hikayesi (Kitap)

Panik Hastalığı

PANİK BOZUKLUĞU (PANİK HASTALIĞI)

 

Bu hastalığa maruz bireyler, yinelenen (tekrarlayıcı) beklenmedik panik atakları yaşarlar; yeniden atakların geleceğine ve bu atakların olumsuz sonuçlarına dair korkulu bir beklenti içine girerler.
Ataklar belli bir düzen içinde değil rastgele aralıklarla gelir.

PANİK ATAĞI NEDİR?

Panik atağı, aşağıdaki belirtilerden en azından dört tanesinin (ya da daha fazlasının) birden başladığı ve 10 dakika içinde tavan yaptığı, yoğun bir korku ya da aşırı bir içsel sıkıntının bastırdığı durumdur:

1-Çarpıntı, kalp atımlarını hissetme ya da kalp hızında artma

2-Terleme

3-Titreme ya da sarsılma

4-Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları

5-Soluğun kesilmesi hissi

6-Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi

7-Bulantı ya da karın ağrısı

8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma

9-Derealizasyon (gerçek dışılık, çevreye yabancılaşma duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış gibi hissetme ya da kendine yabancılaşma duyguları)

10-Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları

11-Uyuşmalar ya da karıncalanma duyumları

12-Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu

13-Ölüm korkusu

Panik Atak sonrası:

-Başka panik atakların olacağı ya da bunların kendince olası sonuçlarına dair (örn. denetimini yitirme, kalp krizi geçirme, çıldırma) sürekli bir kaygı duyma, tasalanma.

-Ataklarla ilgili olarak oluşan davranış değişiklikleri. Örn. spor yapmaktan ya da tanıdık, bildik olmayan yer ve durumlardan uzak durma gibi panik atağı geçirmekten kaçınmak için tasarlanmış davranışlar.

-Bu sorun, doğrudan bir maddenin (örn. kötüye kullanılan bir uyuşturucu/uyarıcı madde, bir ilaç) ya da başka bir sağlık sorununun (örn. hipertiroidi, kalp-akciğer hastalıkları gibi) etkileriyle ilişkili değildir.

 

Panik atakları, Fobiler, Obsesif Kompülsif Bozukluk ya da Yakınlarından ayrılma kaygısı gibi başka bir ruhsal sorunla açıklanamaz.

(DSM 5 Tanı Kriterleri El Kitabı).

 

AGORAFOBİ

Tekrar panik atak yaşayacağı beklentisi sıklıkla agorafobik belirtilere yol açar.

A-Bir panik atağının ya da panik benzeri semptomların çıkması durumunda yardım sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği yerlerde ya da durumlarda bulunmaktan endişe duyma.

Örneğin, tek başına evin dışında olma, kalabalık bir ortamda bulunma ya da sırada bekleme, trafikte-tünelde-köprü üzerinde olma….Böyle durumlardan kaçınılır  (geziler kısıtlanır) ya da birinin eşlik etmesine ihtiyaç duyulur.

Kimi hastalar beden duyumlarına dair fobiler de geliştirebilirler.

YAYGINLIK DURUMU

Yaşam boyu yaygınlığı %1.5-3.5 kadardır. Hastaların % 75’i kadındır.

Kafein, yohimbin, CO2 gibi kimyasal maddeler de panik atağı oluştururlar. lstemli aşırı nefes alma durumu hastaların %30-50’sinde ataklara neden olmaktadır (yanlış boğulma alarmı).

Uyku çalışmaları uykuda gelen spontan panik ataklarının otonomik ve nörokimyasal nedenleri konusunda bilgi sağlamıştır:

Klonidin uygulamasına karşı küntleşmiş veya subnormal büyüme hormonu tepkileri noradreneıjik işlev bozukluğunu düşündürmektedir.

Serotonin, “bütün mevsimlerin nörotransmitteri” olarak panik hastalığında da öne sürülmüştür.

Antidepresanların tedavideki etkinliği de bu teorileri desteklemektedir.

Genetik/ailesel yatkınlığı destekleyen veriler vardır.

Çocuklukta ayrılma anksiyetesi yaşayanların en az yarısında yetişkinlikte PB gelişmektedir.

Bazı madde kulanımları da (ör, kokain, marijuana veya amfetaminler) yahut alkol kullanımı veya yoksunluğu da hastalığı başlatabilir.

AYIRICI TANI

Medikal durumlar: Vertigo, bilinçsizlik ve 45 yaşından sonra başlama gibi atipik semptomlar tıbbi durumları düşündürmelidir.

Başta kardiyak durum olmak üzere, tiroid, kan şekeri, tam kan sayımı gibi testler yapılmalıdır.

Hastalığın Gidişatı

Panik bozukluğun seyri her hastada aynı olmaz. Genelde iyileşme ve tekrar nüks etme dönemleriyle kendini gösterir.

TEDAVİ

Tedavide önemli hedefler atak sayısını ve şiddetini azaltma, tekrar atak olacağı beklentisiyle ilgili kaygıyı düşürme, altta yatan başka ruhsal sorunlar varsa onların tedavisi ve uzun vadede olabildiğince yüksek bir iyileşme sağlamaktır. Hem ilaç hem de psikososyal terapiler etkilidir.

Panik bozukluğunda antidepresanlar etkin ilaçlardır.

Panik hastaları ilaç yan etkilerine duyarlı oldukları için düşük dozla ilaca başlanıp yavaş yavaş artırılmalıdır.

Bu hastaların bir kısmı depresyon ve alkol-madde bağımlılığı riski altındadırlar.

İlaç tedavisinin süresi: Panik bozulduğu kronik bir hastalık olduğu için tedavi ortalama 6-12 ay sürdürülmelidir. İlaç kesilmesi ile nüks oranı %30-90 olarak bildirilmiştir.

Bilişsel-Davranışçı Tedavi:

Hastanın bedensel duyumları yanlış (felaketvari) yorumlama eğilimi ve bununla ilgili hatalı inançları düzeltilmelidir.

Gevşeme egzersizleri ve solunum eğitimi yaralı olacaktır.

Panik bozukluğun etkin ve doğru biçimde tedavi edilmesi halinde agorafobi de zamanla düzelir.

(Önemli Not: Panik hastaları, rahatsızlıklarını muska, büyü, cin gibi nedenlere bağlayıp aşırı istismara maruz kalabilmektedirler. Yine hastalarımıda sürekli hekim- hastane değiştirme de önemli sorunlar doğurmaktadır. Bu konularda dikkatli olmakta büyük fayda vardır).

21. Yüzyıl: Akışlar Yüzyılı

         21.YÜZYIL: DİJİTAL ÇAĞ

               Akışlar Yüzyılı

 

Dümeni dijital araçların elinde olan sanal dünya, yaşlı dünyamızla kenetlendi ve kontrolü eline aldı. Hızlı ve gerçek ötesi bir çağdayız. Devletin, değerlerin, toplumun, işin anlamı değişti. Gidişin nereye olduğunu bilen yok zira teknoloji, gidilen yolu her gün yeniden güncellemekte.

İnternet, bilgiye erişimi ve paylaşımı kolaylaştırsa da aynı zamanda küresel bir dezenformasyon aracı. Her bilgi manipüle edilebiliyor, sanat, edebiyat, insani olan her şey sıradanlaşıyor, “her şey görecelidir” vurgusu artıyor.

Sınırların belirsizleşmesi, toplumun temel kurumu olan aileyi de temelden sarsmakta. Kurallar hızla değişmekte, geçmişle bağlar kopmakta, ebeveynlik giderek daha çok ihmal edilmekte, referans sistemleri etkinliğini yitirmektedir. Sessizlik, yalnızlık ve mahremiyet kayboldu. Ayakta kalabilmek için kendimizi durmaksızın yenilemek zorundayız.

“Post-truth” yani gerçek ötesinin veya algı yönetiminin, yani inkarın, ambalajın daha da açıkçası yalanın egemen olduğu bir dünyadayız. Duygu ve tasarımlar gerçeğin önüne geçti, gerçek yenildi. İnsanlar hoşlarına giden gerçeği seçer oldu.

Amerikan toksik kültürünün de katkısıyla “postmodern bir duygudurum bozukluğu yerleşiyor; gelişmenin doruğunda keder var, barış çağında kaygı, sayısız uyaran arasında can sıkıntısı”. 21. yüzyıl, dürtüsel saldırganlığın, akran şiddetinin, sahte kimliklerin arttığı, empatinin, cinsel sınırların azaldığı antisosyaller yüzyılı mı olacak?

    Uyaran toksisitesi

Her gerçeğin çarpıtıldığı bir bilgi zehirlenmesi, dikkat çelinmesi, odaklanamama çağı. Aşırı uyarılma beyinde kaosa, bellek kaybına ve içe kapanmaya yol açabiliyor. Anormal hızdaki bilgi akışı beynimizin öngörüye dayalı yönetim sistemini zayıflatıyor. Bağımsız düşünme alışkanlığı terk ediliyor, heyecan, zevk arayışı artıyor.

Verilere hükmedenler toplumlara da hükmediyor. Güçlüler eşitsizliği daha da artırmaya, “tanrılaşmaya” kafa yoruyor. Yapay zeka insan aklını çöpe atmakta, seçenek bolluğu insanı yorgun ve mutsuz kılmaktadır.

Geçmişte haftalar süren yazışmaların, görüşmelerin süresi saniyelere indi. Kurgu bilim filmlerinde gördüğümüz türden hızlanmış bir hayata uyum sağlayacak zamanımız olmuyor. Aile, iş, okul, arkadaşlık ilişkileri, ticaret bambaşka mecralara kaydı.

Küresel kültürün ruhu, sınırsız özgürlük, maksimum konfor ve bireycilik! Bencilleştikçe derin bağlarımızı, başkalarını düşünmeyi terk ediyoruz, daha rahat oluyor, hafifliyor, sığlaşıyoruz. İnsani değerlerdeki çözülmeden kaynaklanan tehdit, bir yandan yalnızlaşarak bir yandan da ortak yaşamın kuralları sıkılaştırılarak dengelenmeye çalışılıyor.

Bilimin kaba bir pozitivizmle dine dönüştürülmesi, dinin cehalet ve istismar yüzünden gözden düşürülmesi, hayatın anlamdan, sığınacak bir limandan yoksun bırakılması çağın melankolisidir.

Üstelik bir yüzündeki ışıkları ötekiler alıp götürdüğü için o yüzü karanlık kalmış, diğer yüzü ışıklarla dolu, adaletsiz, vahşi, ruhsuz bir dünya! Varlıklı ülkeler ancak kendi halkları için demokrat ve özgürlükçü; Yemen’de, Libya’da, Afrika’da uyguladıkları sömürüye barış ve kardeşlik nutukları eşlik ediyor. Bir firmanın ya da bir para biriminin değeri, tek bir kişinin bir cümlesiyle milyarlarca dolar inip çıkabiliyor.

Trump’ın bize öğrettiği en önemli ders yalanın gücü oldu. Demokrasi şampiyonu ve dünya lideri bir ülkenin Başkanının, seçilmek uğruna elinde İncil’le nefreti ve kutuplaşmayı azdırarak milyonları çevresine toplayışı umut kırıcıydı; gitmesi ise umut yeşertici oldu. Trump’ın tüm dünyaya verdiği ikinci ders, hiç kimseye zehirleyici dozda bir güç yüklenmemeli.

      21.Yüzyıl hastalıkları

İnternet, madde, kumar, alışveriş başta olmak üzere her türden bağımlılık, şiddete yönelim, sosyal becerilerin körelmesi, içe kapanma, uyku sorunları, haz düşkünlüğü, obezite…

Eğitim, işsizlik, güvenlik ve kimlik sorunları, yabancılaşma, yeni yüzyıla “meydan okuyan” sorunlar. Bizim ülkemiz biraz tarım biraz kabile toplumu kodlarıyla dijital aleme taşınıyor. Hukuk karnemizle yirmibirinci yüzyılı da ıskalama işaretleri veriyoruz.

Bu hız ve kargaşada savunma hattımız sadeleşmek, sevgi ve merhameti korumak olmalı. Evrensel çözüm ise tüm dünyada dayanışmayı ve adaleti öne çıkaracak bir sağduyu olabilir.

Culture and Mental Health: a Turkish perspective

Early Online

The European Research Journal 2022 DOI: 10.18621/eurj.1081253

Review

Psychiatry

Culture and mental health: a Turkish perspective

Rüstem Aşkın

Department of Psychology, Istanbul Ticaret University, Faculty of Humanities and Social Sciences, Istanbul, Turkey

ABSTRACT

Culture and mental health are intertwined concepts. Culture should be regarded as the set of distinctive, spiritual, material, intellectual, and emotional properties of a society or a social group, encompassing lifestyles, ways of living together, value systems, traditions, and beliefs, in addition to art and literature (UNESCO, 2002). Culture consists of different components, including ethnicity, race, religion, age, sex, family values, and the location of the country. It should also be noted that culture is not a static phenomenon. Defining a culture specific to a certain ethnicity, country or region is often not a realistic approach. Many factors, such as the location of a certain city of a country or a certain region of the said city, as well as the inhabitants’ occupational, economic and family positions, have an impact on lifestyles. Globalization, migration, acculturation, assimilation and transition cultures create significant heterogeneity in the very same society. Mental health can be defined as a state of balance that individuals experience both intra-personally and also with other people within their environment. In modern times, we have come to witness that the world we live in transforms at a speed that is challenging to human nature, rapid changes destroy the usual patterns, social ties evolve into ties established in the virtual world, perception replaces reality, and artificial intelligence-like elements turn into new management tools. The spirit of the new century, while flattering human instincts, compresses authenticity,

Colidarity and peace into ceremonial sentences. Keywords: Culture, mental health, Turkish perpective

 

Culture and mental health are intertwined concepts (1). Culture should be regarded as the set of distinctive, spiritual, material, intellectual, and emotional properties of a society or a social group, encompassing lifestyles, ways of living together, value systems, traditions, and beliefs, in addition to art and literature (UNESCO, 2002). Culture consists of different components, including ethnicity, race, religion, age, sex, family values, and the location of the country (2). It should also be noted that culture is not a static phenomenon.

Defining a culture specific to a certain ethnicity, country or region is often not a realistic approach. Many factors, such as the location of a certain city of a country or a certain region of the said city, as well as the inhabitants’ occupational, economic and family positions, have an impact on lifestyles. Globalization, migration, acculturation, assimilation and transition cultures create significant heterogeneity in the very same society.

Mental health can be defined as a state of balance that individuals experience both intra-personally and also with other people within their environment (3). In modern times, we have come to witness that the world we live in transforms at a speed that is challenging to human nature, rapid changes destroy the usual patterns, social ties evolve into ties established in the virtual world, perception replaces reality, and artificial intelligence-like elements turn into new management tools. The spirit of the new century, while flattering human instincts, compresses authenticity, solidarity and peace into ceremonial sentences.

Multi-channel, rapid flow of information and changes in family structure and values are dazzling even for people a generation ago. Right at the turn of the new century, we are blown away by the winds of postmodernity, that is, an era “post truth”.

DEMORALIZATION 

It is a subjective feeling of inadequacy and restlessness, a state of boredom, weariness, powerlessness, and discouragement. Current issues, stress, speed, and loneliness are often frustrating. Therefore, not surprisingly, stress is one of the top health risks of the 21st century.

Sometimes, culture can also be a stressor of psychopathology and can activate mental problems in individuals who have a predisposition to a mental pathology (4). Common causes of demoralization include belonging to disadvantaged classes, poverty, violence, unemployment (5) and authoritarianism (6). The “tend and befriend” attitude is suggested to have evolved as a typical female response to stress (7).

CHRONIC DEPRESSION 

Chronic depression is a long-lasting, fluctuating, low-intensity state of depression that a person experiences as a part of their usual self. Such cases, where the disease/health boundary is not clear, present mental health professionals with a challenge: mental problems intertwined with or originating from personality pathologies and resistant to treatment or even diagnosis (8).

Although its prevalence in the society is limited (9), chronic depression turns into a lifestyle, sometimes a subculture element, and overlaps with human unhappiness. Chronic depression is fairly common in individuals who are exposed to social stress and have a low education level (10).

It can be said that in most cultures, individuals prone to depression at times form a subcultural group or gather in such groups. Since individuals in such situations do not seek help, the gravity of the problem is overlooked. The mental well-being of those who belong to groups of satanism, nihilism, anarchism, political and social violence, as well as followers of arabesque and some metal music, is always controversial. Listening rates of music that imposes violence, aggression, discrimination, nothingness/nihilism can provide clues about the prevalence of psychological problems in the society (11).

ROADS TO THE BLUES…

FIRST TRAUMA/ FIRST PAIN

The arrival in a cold and hostile world from a warm and sheltered mother’s womb is defined as a traumatic separation by some psychoanalysts (12). Mystics talk about the sadness of being cut off from God and thrown to earth. Sufi philosopher Rumi uses the moaning sound of Ney, which was plucked from the reed, as a metaphor for this pain (13).

FAMILY: GREAT ADVANTAGE, GREAT RISK

While healthy families are a reliable and indispensable line of defense for their members, broken and restless families create significant mental and behavioral problems in children (14).

In our strongly traditional society, families’ devotion to their children is widely applauded, however, this exaggerated attention can impair the child’s individuation as well as coping abilities. Children’s mental health is adversely affected not only by those who are oppressive and disciplined, but also by families who make an effort to ensure that their children do not “stand on their own legs” (15). This can result in children transform into people who cannot live on their own, who cannot make decisions, who cannot take on responsibilities, who are insecure, weak, and sometimes prone to crime.

The attitude of first glorifying children and later complaining about them is a common Turkish family attitude.

EXPECTATIONS…

Globalization and unlimited communication possibilities raise people’s expectations in terms of better living standards. The resulting inconsistency between desires and reality increases the tension. Cultural imperialism, human-made disasters have a potential tsunami effect on our lives. Some real, some distorted consumption displays are reflected to the public, and these can cause new feelings of disappointment, self-pity or anger in some people every single day. Young people and adolescents are the most at risk in today’s era of rapid communication and change, so to speak, they are on a knife-edge in this regard.

Poverty can be a clear cause of depression through triggering social stress (16). The most suitable segment of society for individuals to feel peaceful, balanced and comfortable is known to be the middle class. On the other hand, most people in vulnerable socio-economic segments are also able to protect their mental health by accepting the conditions in which they were born and raised, by showing solidarity and having realistic and small expectations (8).

RELATIONS, TRADITIONS

Values, sincere human relationships and the effect we have on others always have a significance in terms of mental health. The determinant effect of the rule “it’s other people that make people sick” (17) is increased in societies where tolerance and altruism are minimized.

Urbanization negatively affects family structure and support systems. In societies where people’s trust in one another is severely damaged, we see that this mental support too, which is of great importance, diminishes. All practices that do not prioritize trust and respect for people are irritating and lead to “diseases/disturbances”.

Cultures and traditions play an important role in identity formation. The middle classes have so far carried the tradition with moderate and humane interpretations. In traditional societies, however, this human intimacy may carry the risk of “lack of ability to keep the appropriate distance”, in addition to the psychological benefit it provides.

Solid and irrational cultural-traditional elements can darken the atmosphere in which people live and create an intense spiritual pressure on them. Sexism is practiced with incredible normality and inhumanity in some regions where the means of claiming rights are limited. For women in these places, spiritual growth is out of the question. In particular, the double standard of “honor” code of ethics produces appalling results (18).

Pathological thoughts of guilt and sinfulness may diminish as traditions move to a more rational and gentle plane. In our culture, the depressive personality profile focused on self-sacrifice and the love, wishes and expectations of others overlaps with the definition of being a “good person”.

The weakening of moral values was leveled off by the strengthening of law in the West. In underdeveloped countries, however, the law has only been the demand of the weaker groups. Therefore, legal or moral values have remained valid and important only for those with little power.

From a generalist point of view, it can be said that helplessness, dependence, resignation, emotionality and a structure of a “communion” come to the fore in Eastern societies, while self-confidence, ambition for success, independence, objection, rationality and individuality are dominant elements of culture in Western societies.

RELIGIONS AND IDEOLOGIES

Religion can produce many mental health-enhancing cognitions. Moreover, it is often protective against alcohol, substance abuse, and stressful life events that are more commonly seen in the secular world. However, some religious beliefs, such as Catholicism and Judaism, impose guilt in ways that negatively affect mental health. Some religious groups may downplay psychological treatments and interpret these diseases as God’s punishment, leading to devastating results for individuals (19).

Some delusional symptoms and compulsive rigidities can be considered as signs of “religiosity” and can have devastating consequences in terms of religion as well. Today, shamanistic practices such as contact with the jinn, casting spells, incense-amulets have turned into a tool for exploiting mental problems. Mystical, mysterious, and sometimes pathological approaches that equate ignorance with belief can confuse people and thus lead them to devalue ways of seeking scientific remedies.

The unhealthy way of interpreting the verses of the Qur’an for one’s own self and the verses of punishment for others is the most harmful epidemic in the Islamic world. Radical/fanatic groups can make religion a tool of separation, polarization and conflict rather than a unifying one. It is possible to call this the “personalized or grouped” form of religion. In every age, many greedy and some mentally ill people who claim to speak for God have used the concept of “sin” as a stick to psychologically beat people, instilling despair, fear and distrust into them.

LETTING RELIGION INTO THE WAILING

As in Christianity and Judaism, mourning and grief formed the basis of religious life in some Islamic sects. These groups practice their religion within a sadness that could be found in a funeral. Constantly cited traumas instill a “no laughter” culture in religious people. The saying, which is part of our culture, “to make honey out of pain” is actually a cry from the nooks of traumatic centuries.

The “afflicted” approach not only predisposes people to depression, but also offers depressive individuals an attractive ground where they can perceive their illness as “good deeds”.

Hundreds of obsessional/phobic rituals infiltrating religions, filling and clamping life with superstitions and ghosts, can mask the original religious thought.

Hymns, in the form of bad and intensified adaptations of arabesque music, create a deep belief confusion in people, along with arbitrary approaches that distort religious messages with subjective elements of personalities or politics. After all, for a society with a poor education level, it is much more comfortable to “believe what the elders say” than to actually research it.

How sad it is that people of the same religion call killing each other jihad (!)

MYSTICISM: THE COMFORT OF SLOWNESS

Mysticism exists in all religions, but it is dominant in Middle Eastern and Far Eastern beliefs. Emerging as a reaction to an over-attachment to worldly life, it has fostered a culture of renunciation, and of trivializing the world or oneself.

Mysticism sometimes can overlap with laziness, and bless pathological behaviors and folk narratives. Both to consider perceptual changes observed in mystics as psychosis and to consider psychosis as a “saintliness” can lead to dramatic results.

Until the 12th century, the sects have been the centers of solution in the political, economic and social turmoil in the majority of the world. From the eighteenth century onwards, with the acceleration of social turmoil and the creation of an atmosphere of pessimism and despair, the sects regained their functional and reactionary qualities. Although the sects were originally a reaction against the collapse and corruption, they could not stay away from being a part of the corruption themselves (20).

Concepts such as Doomsday, Mahdi, Messiah, fairies, spells, miracles, ghosts, and omens are subjective and vague concepts, to which those who object can be declared as unbelievers. Some people may leave their school, work or home due to scheduled doomsday scenarios.

RELIGIOUS COMMUNITIES/SECTS

Whether religious or secular, people with similar lifestyles in Turkey are positioned in different “communities” and are alienated from others.

Religious communities are also examples of extraordinary spiritual and social support that emerged with the principle of solidarity in goodness. Naturally, excessive empowerment/growth of these groups can also increase degeneration, thus feeding external or intrapsychic conflict instead of spiritual support.

Some communities have severely criticized approaches to religion that are different from their own. These groups can use cruel expressions such as “infidel, apostate, irreligious, profane, perverted, traitor” against other religious groups, despite not using these against anyone else. It is thought-provoking that in the struggle for power, some religious groups resort to ways that Islam deems as despicable as murder, such as blaming, stigmatizing, envy, backbiting, lying, slandering. What really happens is related to anger and self-interest rather than religion. The justification of violence in the name of religion has thrown the development and chemistry of the mind of the Islamic World into disorder.

Religious discourse with violence, abuse and confusion has decreased in the West due to rationalism and secularism.

IDEOLOGIES: MODERN RELIGIONS 

In modern times, we have seen the rise of “false religions” such as militarism, fascism, technology, nationalism, consumerism, fundamentalism, new ageism, asceticism, and psychologism (21)

Although ideologies, i.e. “straitjackets put on our intellect” (22), fascinated mostly anxious and insecure people (23) with their strange prophets and left, several mysterious types of faith still continue to exist with similar followers.

The fact that the world is unfair and will never be fair has turned ideologies into “the religion of the oppressed or the angry”. Through their own clergy, they developed a fierce and ruthless super-ego, declared countless “traitors” and “renegades”, instilled in people an excessive sense of guilt, and ruthlessly shed blood. They shook the established orders, but every revolution only spawned new dictators and oppressed every individual whether or not they were different from them.

TURKEY: THE BATTLEFIELD OF PREJUDICES

Centuries of defeats, losses, tensions that are remnants of poverty and ignorance, authoritarian attitudes, thirst for fair share, disappointments, traumas laid the groundwork for the language of anger and hatred, polarization and conflict. This ground seriously damaged both social culture and mental health of individuals.

The carriers of the original culture and traditions disappeared. Two different social structures were formed, separated from each other by their value judgments, culture, perception of the world and political preferences (24). In this vein, a headline in the New York Times was shocking: “In Grief (Great Ankara massacre) and in Triumph, (Nobel Chemistry prize) Turks Remain Divided” (25).

Extremist groups that despised reconciliation within a closed-circuit, bi-communal “community” network disrupted social peace. The broad masses of people who wanted to live together were frightened and in despair. We still live in a shallow intellectuality where we fight over which leader from the past is the most superior.

We have only one condition to love people and to be tolerant (!) towards them: they must be one of us. A language of political confrontation rather than understanding the other, a “victim” psychology full of irrational-emotional reactions… This blind fight darkens our world and our souls.

Turkish society has reached a partial level of democracy awareness with the short periods of freedom it has enjoyed in every ruling period since the foundation of the Republic. However, it has produced a society that operates with new tensions, restrictions of law and human rights and a spiral of “trauma-polarization” due to the administrations that soon became authoritarian. “Not speaking up in order to survive” behavior and submission create a joyless, insecure society. High masculinity shows its depressive effect in Turkey, as in many other countries (26).

Since an effective legal system and sound institutions have not been established, authoritarianism continues to change hands in Asian-Middle Eastern countries. This fuels sociopolitical conflicts and unrest (27).

MODERNISM: GLOBAL CULTURE/SOCIAL MEDIA

Globalization has rapidly blurred the traditional structure of culture. Especially in cultures in transition, rapid acculturation and deculturation caused a return to more defensive and fundamentalist values and increased tensions. Traditional support systems have worn down, and conflict, restlessness, and mental problems have increased between individuals who are acculturated and those who are not, even within the same family (28).

In today’s world, people are living in a plastic and narcissistic age that is increasingly associated with destructive competition, greed for consumption, income gap and individualism. A frightening illusion of freedom with no reference… We are no longer exposed to real events and people, but to images in the media.

According to 2021 statistics, 4.2 billion people are social media users, that is, 53% of the world’s population (29). While social media expands individual freedoms, especially the freedom to receive information, it is also an atmosphere that produces fear through false information flows, perception operations directed by different sources, information theft, crime, terrorism, hate speech, myths, distortions, lies and speculation (30).

Turkey ranks high in the world with up to eight hours of internet use per day (31). It is not very promising that the Turkish society is ranked 104th among 150 countries in the 2021 World Happiness Index (32), and 8th in the Most Angry list (33).

Social media use has been reported to be associated with depression and anxiety in youth and adolescents (34).

Social media affects our sleep, lifestyle and interpersonal relationships, as well as the addiction it creates, the constant distraction with hundreds of messages containing messy information every day, and the fact that it confronts us with problems all over the world. Social media is the world’s largest and most complex garbage dump with its information and noise pollution, surprising perspectives, and competition/comparison/show/consumption-oriented structure. At the same time, it is also an arena of “zombification” in which disidentification and plastic phenomena are role models.

In this regard, it is mandatory to take the social media education as a starting point for an evaluation.

POSTMODERNISM: THE COMFORT OF LIFE WITHOUT A HERO

“Anything goes”.

A new era began with the realization that heroes are no different from ordinary people. Postmodernism is an objection to Western culture and “grand narratives”, “grand projects”, “grand principles”. It rejects both rationality, positivism/objective reality, value systems and the sanctity of concepts such as universality and freedom. It relativizes not only morality but also science, and is based on self-reference.

Post-modernism emphasizes the disappearance of beliefs and optimism about art, literature and scientific ethics after the Second World War: criticizing everything and everyone, considering almost nothing as correct, being normless and unprincipled.

The characteristics of post-modern consciousness can be defined as emptiness, pessimism, apathy, skepticism (35).

The quest to loosen the restrictive bonds of tradition has put humanity under risk of breaking away from healthy bonds as well.

UNPRECEDENTED SPEED OF CHANGE!

 The most important problem of the age is the unprecedented change. The data produced in a single day in recent years is many times more than in the past. Those who dominate the data have also begun to dominate the societies.

We cannot find the time to adapt to this rapid change with our minds, habits and institutions. Many areas, including family, work, school, friendships, customs, trade, have shifted to very different areas. The habits and rules taught as recently as yesterday are falling into disuse in a very short period of time.

Rapid change produces fear and meaninglessness: “We went so fast that our souls are left behind.” I wonder if we completely broke the value system while trying to stretch values? Have we murdered our conscience while softening the super ego?

 

REFERENCES

1. Sam DL, Moreira V. The mutual embeddedness of culture and mental illness. Online readings in psychology and culture. Unit 10.2.; 2002. Retrieved from httb:// works.bepress.com/david_sam/27.

2. Eshun S, Gurung AR. Introduction to culture and psy- chopathology. In: Culture and mental health: Socio cultural in- fluences, theory and practice. Eshun S, Gurung AR. Eds. West Sussex: John Wiley & Sons, Ltd., Publication; 2009: pp.3-18.

3. Sartorius N. Foreword. In: Culture and mental health: a com- prehensive textbook. Bhui K, Bhugra D, eds.. Edward Arnold Ltd: London; 2007: pp.xv-xvı.
4. Gurung RAR, Andela R-W. Stress and mental health. In:. Cul- ture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Eshun S, Gurung RAR, eds., Blackwell Publishing Ltd: London; 2009: pp.35-54. Unprecedent Speed of Change!

5. Kinderman P, Schwannauer M, Pontin E, Tai S. Psychological processes mediate the impact of familial risk, social circum- stances and life events on mental health. PloS One 2013;8:e76564.

6. Anuradha. S, Kumar RU. Effects of oppression on mental health. Eur J Mol Clin Med 2020;7:4902-5.
7. Taylor SE, Klein LC, Lewis BP, Gruenewald TL, Gurung RA, Updegraff JA. Biobehavioral responses to stress in females: tend- and-befriend, not fight-or-flight. Psychol Rev 2000;107:411-29.

8. Aşkın R. Kronik Depresyon. Psikiyatri Temel Kitabı. HYB Basım Yayın. Ankara, 2007.

9. Keller MB, Klein DN, Hirschfeld RM, Kocsis JH, McCullough JP, Miller I, et al. Results of the DSM-IV mood disorders field trial. Am J Psychiatry1995;152:843-9.
10. Husain N, Gater R, Tomenson B, Creed F. Social factors as- sociated with chronic depression among a population-based sam- ple of women in rural Pakistan. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 2004:39:618-24.

11. Miranda D, Claes M. Musical preferences and depression in adolescence. Int J Adolesc Youth 2007;13:285-309.
12. Otto Rank. Doğum Travması. (Çevirmen Sabir Yücesoy). Metis Yayıncılık, İstanbul, 2017.

13. Mevlana Celaleddini Rumi. Mesnevi. Akçağ Yayınları: İstan- bul, 2016.
14. Behere AP, Basnet P, Campbell P. Effects of family structure on mental health of children: a preliminary study. Indian J Psy- chol Med 2017;39:457-63.

15. Sümer N, Gündoğdu Aktürk E, Helvacı E. Anne-Baba Tutum ve Davranışlarının Psikolojik Etkileri: Türkiye’de Yapılan Çalış- malara Toplu Bakış. Türk Psikoloji Yazıları 2010;13:42-59.

16. Mossakowski KN. Dissecting the influence of race, ethnicity, and socioeconomic status on mental health in young adulthood. Res Aging 2008;30:649-67.
17. Sullivan HS. The Interpersonel Theory of Psychiatry. WW Norton&Company, New York, 1953.

18. TBMM. Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken ön- lemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Raporu 2005. https://www.tbmm.gov.tr› sirasayi › donem22 › yil01

19. Goffredo B, Simon D. Religion and mental health . In: Cul- ture and Mental Health. A comprehensive textbook. Bhui K, Bhugra D. eds., Edward Arnold Ltd: London; 2007: pp.47-53.

20. Taş K, Güvendi T. Din ve Dünyevileşme Bağlamında Türk Toplumunda Tarikat ve Cemaatler. Tabula rasa Felsefe & Teoloji dergisi 2020; 34, Online Yayın, 01.03.2021

21. Drazenovich,G, Kourie C. Mysticism and mental health: a critical dialogue. HTS Teologiese Studies / Theological Studies, 2009;66, Art. #845, 8 pages.
22. Meriç C. Bu ülke. İletişim Yayınları: İstanbul, 2004.

23. Stone WF, Schaffner PE. The Psychology of Politics. Springer&Verlag: New York, 1988
24. Çarkoğlu A, Toprak B. Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset. TESEV Yayınları: İstanbul, 2006.

25. Gazete Vatan. “Ne keder ne de zafer birleştirdi Türkleri’’. 13.10.2015.
26. Arrindell, WA, Steptoe A, Wardle J. Higher levels of state de- pression in masculine than in feminine nations. Behav Res Ther 2003;41:809-17.
27. Prasadarao PSDV. International Perspectives on Culture and Mental Health. In:. SCulture and Mental Health Sociocultural In- fluences, Theory, and Practice. Eshun S, Gurung RAR, eds., Blackwell Publishing Ltd: London; 2009: pp.149-78.
28. Bhugra. D. Concluding remarks. Globalization, culture and mental health. Int Rev Psychiatry 2014;26:615-6.
29. Bayrak H. Dünya İnternet, Sosyal Medya ve Mobil Kullanım İstatistikleri. Dijilopedi, 3 Şubat 2021.
30. Fuchs C. Sosyal Medya. Eleştirel bir Giriş. Çev. Saraçoğlu D, Kalaycı İ. NotaBene Yayınları: İstanbul, 2016.
31. We are social and Hootside. Digital in 2021 Raport.
32. Kerem Congar. Dünyanın en mutlu ülkeleri listesi açıklandı: Türkiye 11 basamak geriledi. Euronews. 19.03.2021. 33.http://cdn.cnn.com/cnn/2019/images/04/25/globalstateofemo- tions_wp_report_041719v7_dd.pdf.
34. Keles B, McCrae N, Grealish A. A systematic review: the in- fluence of social media on depression, anxiety and psychological distress in adolescents. Int J Adolesc Youth 2020;25:79-93.
35. Vattimo G, The end of modernity: Nihilism and Hermeneutics in postmodern culture. Johns Hopkins University Press: Baltimore, 1988.

 

This is an open access article distributed under the terms of Creative Common Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Conflict of interest

The author disclosed that they did not receive any grant during conduction or writing of this study.

Financing

The European Research Journal 2022

Eur Res J 2022

 

Beden Algısı Bozukluğu (Vücut dismorfik bozukluğu) : Hayali çirkinlik hastalığı

Beden Algısı Bozukluğu (BAB) ya da Vücut dismorfik bozukluğu (VDB), temel olarak bireyin görünümündeki hayali ya da önemsiz kusur(lar)la yoğun zihinsel uğraşısıdır. Bu zihinsel uğraşı, kişide ciddi huzursuzluğa ve günlük iş ve insan ilişkilerinde bozulmaya yol açar.

NEDENSEL ETKENLER

Bir kişinin fizik görünümü ile ilgili hoşnutsuzluğunun başlıca nedenleri düşük benlik saygısı, depresyon, yeme bozuklukları ve obezite olarak sayılabilir.

Bu konudaki hastalıklı takıntıyı ifade eden BAB’nin nedenleri ise genetik-nörobiyolojik, gelişimsel, psikolojik ve sosyal olmak üzere çok boyutludur

BAB’yi obsesif-kompulsif yelpaze içinde değerlendiren kimi yazarlar, düşük serotonerjik işlev ve kaudat çekirdek asimetrisi bildirmektedirler.

Düşük benlik saygısı ve erken çocukluk travmalarının hastalığın nedeni olabileceği düşünülmektedir.

Özellikle batı kültüründeki popüler vücut imgesi, anoreksiya nevroza ve BAB’yi bir ölçüde kültüre bağlı sendromlar haline getirmektedir.

Televizyon, gazete ve reklam panolarında gördüğümüz ideal kadın tipi incelik ve iri göğüslü (meta kadın), ideal erkek tipi ise yağsız ve kaslı (meta erkek) görünümdedir.

BAB’nin narsisizmin bir dışa vurum biçimi olabileceği gibi moral standartlar kırılınca bunların yerini biyolojik değerlerin almasını temsil edebileceği de ileri sürülmüştür.

Bu bozuklukla ilişkili Türkiye’de gerçekleştirilen ilk araştırmada Aşkın, çocukken kafa, burun, kulak gibi organlarla ilgili alaycı yaklaşımlara maruz kalma öyküsünün varlığını bildirmiştir.

En yaygın kişilik özellikleri utangaç, içe dönük ve obsesyonel özelliklerdir.

Daha Fazlasını Oku

PSİKOPATOLOJİK DEĞERLENDİRME  

 

PSİKOPATOLOJİK DEĞERLENDİRME

                                                                      Prof. Dr. Rüstem Aşkın

 

Psikopatolojinin amacı hem klinik hem de bilimsel çalışmalara zemin oluşturacak biçimde kişilerin normal dışı davranışlarını, öznel/kültürel yorumlardan bağımsız olarak tanımlamak ve adlandırmaktır. Son dönemde nörobiyoloji, genetik ve nöropsikolojideki teknik ilerlemelerin beklenen tanısal beceriyi gösteremeyişi, psikiyatrik tanıda DSM-5 ve ICD-11 ölçütlerini bugün için vazgeçilmez yapmıştır. Öte yandan DSM’nin psikiyatrinin “kutsal kitabı” gibi algılanması, ilaç reklamına izin verilen uygulamaların da etkisiyle aşırı tanılama ve milyonlarca yeni “hasta” ürettiği gerekçesiyle eleştirilmektedir (Parnas 2012).

Beyin dokusuna doğrudan erişimin etik engelle karşılaşması, nörobiyolojiyi tanı ve tedavi için yeterli delil sağlamada zayıflattı (Walter, 2013). Andreasen (2006)’ın vurguladığı üzere “Psikopatolojinin usta klinisyenlerinin eşlik etmediği yüksek teknoloji, kısır ve belki de sonuçsuz bir girişim olacaktır”.

İnsanı sosyal olarak inşa edilmiş tür olarak anlayan kültürel rölativizim ve anti-psikiyatrinin popüler tezleri nadiren ciddiye alınıyor. “Şizofreni bir yaşam biçimidir” gibi absürtlüklere karşı, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), Çocuk bipolar bozukluğu ve Asperger sendromu gibi aşırı tanılamalar, normali patolojikleştirme risski taşıyabilir.

Psikopatolojide yapılandırılmış ve standardize edilmiş araçlarla ortak ve tutarlı bir dilin geliştirilmesi ruhsal bozuklukların tanısı, etyolojisinin araştırılması ve kanıta dayalı tedavi kılavuzlarının geliştirilmesinde vaz geçilmezdir (Schultze-LutterSchmidt and  Theodoridou, 2018). Sonuçta DSM tanıları, nesnel laboratuvar değerlerine değil semptom kümeleri hakkındaki fikir birliğine dayanır.

Bugün çok az kişi beyin ve psikoloji bağlantısını reddedebilir. Öte yandan psikiyatrik bozuklukların beyin bozuklukları, en iyi terapilerin biyolojik terapiler olduğunu da çoğu bilim insanı paylaşmaz. Psikiyatriyi ilgilendiren “saf beyin olayları” değil zihindir. Bu da onları sinirbilimciler ile filozoflar arasında konumlandırır.

Psikolojik görüşme, ruhsal durumun değerlendirilmesi, bireyin gelişimsel, sosyal ve güncel sorunlarının anlaşılması ve danışan-görüşmeci ilişkisinin kurulması açısından biriciktir. Yeterli zaman ayırarak önyargısız, sahici bir ilgiyle dinlemek, soruların açık uçlu, yansız, yüksüz olması, danışanın yakınmalarının bizzat onun ifadeleriyle not edilmesi esastır.

Mental durum muayenesi, danışanın genel görünümü ve davranışları, bilinç düzeyi ve dikkati, motor ve konuşma etkinliği, duygu durumu, düşünce ve algısı, tutum ve içgörüsü, son olarak daha yüksek bilişsel yetenekleri hakkındaki değerlendirmeleri içerir.

Danışandan alınan bilginin güvenilirlik derecesi, başka kimlerden ek bilgiler elde edildiği not edilmelidir. Rapor, tayin, atanma, yasal sorunlar gibi özel taleplerle gelen bireylerde ilişkideki mesafeye bir kat daha özen gösterilmelidir.

GENEL GÖRÜNÜM

Danışanın duruşu, konuşması, görüşmeye geliş biçimi, hareketliliği, giyimi, kendine bakımı, çevreye ilgisi, jest ve mimikleri, göz teması, tikleri, bedenindeki izler değerlendirilmelidir.
Aşırı bakımsız bir dış görünüm, ağır mental hastalıkları akla getirirken; çok canlı, parlak, olağan dışı giysiler ve aşırı konuşma bipolar bozukluğu; kederlilik, çökmüş yüz ifadesi, özensiz giyim ve suskunluk depresyonu akla getirmelidir. Danışanın görüşmeciye karşı savunucu, öfkeli ya da kuşkucu tutumu psikotik /paranoid bir sürecin parçası olabilir.

KONUŞMA VE MOTOR AKTİVİTE

Konuşmanın miktarı ve düzeni, bireyin şivesi, anlatım tarzı, ses tonu ve netliği, göz teması, sorulara verilen yanıtların uygunluğu, ayrıntıcılık, konu dışı sapmalar var mıdır?

Niceliksel bozukluk: Basınçlı konuşma, konuşmada artma/azalma, ses tonunun yüksek, alçak ya da fısıltı biçiminde olması. Manik veya amfetamin toksisitesi altındaki hastaların hızlı ve basınçlı konuşması gözden kaçırılmamalıdır.
Niteliksel bozukluk: Konuşma tikleri, kekemelik, dağınıklık, dizartri, disfazi, pelteklik, çocuksuluk, küfürlü konuşma.

Harekette yavaşlık ve spontanite kaybı subkortikal bir demansı veya depresyonu işaret edebilirken, akatizi (motor huzursuzluk) antipsikotik kullanımının sonucu olabilir.

DUYGULANIM (AFEKT)

Duygulanım, duyguların anlık dışa vurumudur; duygudurum (mood) ise daha uzun süreli duygusal yapıyı ifade eder. Hem duygulanım hem de mood, disforik (depresyon, kaygı, suçluluk), ötimik (normal) veya öforik (patolojik coşku) olarak tanımlanabilir.

Hoşlanma, sevinme, üzülme, bunaltı, öfkelenme, korkma, tiksinme, şaşırma gibi duygular doğal sınırları aşmıyorsa ötimik duygulanımı oluşturur.

Labil duygulanım: Duygunun yoğunluğu ya da türündeki hızlı değişimlerdir. Patolojik gülme ve ağlama, beynin damarsal ya da dejeneratif hastalıklarında görülebilir. Küçük bir uyaranla aniden tetiklenen duygusal tepkiler normal dışıdır.
Düz-kısıtlı /sığ-künt duygulanım: Duygusal tepkilerin olmaması veya ileri düzeyde kısıtlılık söz konusudur. Şizofreniyi işaret edebilir.

Duygulanımda azalmalar

Anhedoni: Zevk alamama hali. Depresyon, şizofreni, sınır kişilik gibi durumları işaret eder.
Küntleşme-düzleşme, umursamazlık, lakaytlık psikotik işaretlerdir.
Güzel Aldırmazlık (La belle indifference): Ciddi bir tıbbi sorun yaşadığı izlenimine rağmen kişinin buna adeta mutlulukla tepki vermesi hali. Konversiyon bozukluğunda görülebilir.
Apati (Donukluk): Duygulanımda düşünce ve davranışla birlikte ileri derecede bir yavaşlama ve donukluk halidir. Zekâ geriliklerini, kronik şizofreniyi düşündürmelidir.

Duygulanımda artmalar

Neşe ya da elem yönünde artıştan söz edebiliriz.

Elasyon, ekzaltasyon, ektazi: Artmış neşelilik, coşku-öfori, olağandışı bir zevk, keyif alma halleri hipomani /mani, psikostimülan kullanımı, frontal lob sendromu gibi hallerde görülür.
Elem yönünde artma: Öncelikle depresyonu akla getirmelidir.

Duygulanımda bozulma

Kaygı (anksiyete, bunaltı): Kötü bir şeyler olacakmış hissi, huzursuzluk, korkuya benzer bir duygulanım halidir. Hafif tedirginlik ve gerginlik duygusundan, paniğe kadar değişik yoğunlukta olabilir. Anksiyete bozukluklarının temel bir semptomu olduğu gibi, depresyon, kişilik bozuklukları ve psikozlarda da gözlenebilir.
Panik: Fiziksel belirtilerin baskın olduğu, ani, yoğun anksiyete ataklarıdır. Panik bozukluğunun temel öğesi olması yanı sıra feokromasitoma, hipertiroidi, amfetamin intoksikasyonu, alkol/ sedatif yoksunluğu, paranoid/fobik durumlarda da görülür.
Ajitasyon: Aşırı motor huzursuzlukla birlikte olan anksiyete halidir.
Disforik duygudurum: Günlük yaşama tedirginlik, sıkıntı, öfke ve mutsuzluk egemendir.

Duygulanımda uygunsuzluk, içinde bulunulan duruma ya da düşünce içeriğine uymayan duygusal tepkiler gösterme.

İkili duygulanım (ambivalans): Sevgi-nefret gibi birbirine zıt duyguların aynı anda yaşanması, bir yönüyle kararsızlık halidir. Şizofreni, depresyon, obsessif kompulsif bozuklukta görülebilir.

DUYGUDURUM (MİZAÇ, MOOD)

Uzun (günlerce, aylarca) süreli, belli duyguların baskınlığı durumudur. Depresyonda keder, üzüntü, sıkıntı, karamsarlık; Manide aşırı neşeli, coşkulu ya da öfkeli durum.

BİLİŞSEL YETİLER

BİLİNÇ

Bilinç, uyanıkken kendinin ve çevrenin farkında olma, uyanıklık durumudur. Bilinç düzeyi, hem beyin sapı hem de kortikal bileşenlere bağlıdır. Tam uyanıklık tam bilinçlilik, koma ise tam bilinçsizlik halidir.

Danışanın kendiliğinden ya da değişik uyaranlara verdiği motor ve sözel tepkiler incelenir.

Bilinç Bozuklukları

Bilinç ve yönelim bozukluğu genelde organik nedenlerle olur ve tam bir fizik ve nörolojik muayene gerektirir.

Konfüzyon (bilinç bulanıklığı)

Zaman, kişi ve yer yönelimi bozulur, çevresel uyaranlara uygun yanıt verilemez; kortikal ve /veya asendan retiküler aktive edici sistemin işlev bozukluklarında görülebilir. Madde entoksikasyonu/ yoksunluğu, epilepside oluşabilir.

Deliryum

Organik bir nedene bağlı olarak hızlı gelişen yönelim bozukluğu, dikkati toplama/sürdürmede yetersizlik, sıklıkla görsel halüsinasyonun ve konuşmada bozulmanın gözlendiği durumdur. Klinik durum, değişken ve dalgalı seyirlidir.

Alacakaranlık durumu: Bilinçteki bozulmaya halüsinasyonların eşlik ettiği hal. Kişinin iradesi dışında, bazen çok karmaşık olabilen eylemlerin yapıldığı geçici bilinç bozukluğu. Yapılan eylemler daha sonra anımsanmaz. Deliryumda, madde intoksikasyonunda, postepileptik dönemde görülebilir.
Letarji: Uykuya eğilim, farkındalıkta azalma durumudur. Hasta orta şiddette uyarana yanıt verir fakat hemen ardından tekrar uykuya dalar.

Somnolans: Olağandışı uyuşukluk, anormal uykululuk durumu.

Stupor: Çevrede olup bitenlerin farkında olamayış ve tepki gösterememe durumudur. Bilinç korunmuştur, gözler açıktır ve görsel uyaranları izler. Kişi, kapalı ise gözlerinin açılmasına direnir, bu esnada yaşadıklarını genelde daha sonra hatırlar.

Koma: Stuporun en ağır derecesi. Tam bilinç kaybıdır ve istemli bir etkinlik yoktur.

Günbatımı Sendromu (Sundowning): Daha çok akşam saatlerinde sedasyon, uyku hali ve konfüzyonun eşlik ettiği durumdur. Genelde yaşlılarda özellikle de demans seyrinde görülür.

Dissosiyasyon /konversiyonla ilişkili yanıt vermeme halinde nörolojik muayene normaldir.

YÖNELİM (ORYANTASYON)

Zamanı, yeri ve kişileri doğru biçimde tanıma yetisidir.

Yönelim bozukluğu (dezoryantasyon) sırasında kişi bulunduğu zamanı, yeri ve çevredeki tanıması gereken kişileri tanıyamaz. Demans ve deliryuma işaret eder; önce zaman, sonra yer, en son olarak da kişi yönelimi bozulur.

BELLEK (HAFIZA)

Bellek, kişinin yakın ve uzak geçmişteki deneyimlerini, öğrendiklerini, zihninde saklama, doğru olarak yeniden aklına getirme, anımsayabilme yetisidir. Belleğin kayıt, depolama ve geri çağırma işlevleri vardır.

Klinik uygulamada bellek

1.Duyusal ve anlık bellek: Danışana üç ayrı kelime söylenir ve bunu tekrarlaması istenir.
2. Yakın geçmiş belleği: Üç ayrı kelimeyi 3-5 dk. sonra tekrarlaması istenir. Ayrıca son günlerde yaşadıkları da sorularak yakın geçmiş belleği değerlendirilebliir.
3. Uzak geçmiş belleği: Aylar, yıllar önce öğrenilen bilgiler, yaş günü, askerlik, evlenme tarihi, ilkokul anıları sorularak değerlendirilir. Bu bilgiler danışanın bir yakını tarafından doğrulanmalıdır ya da herkes tarafından açıkça bilinen olaylar sorulmalıdır.

Bellek zayıflamasının başlıca nedenleri stres, ilerleyen yaş yanı sıra organik ruhsal bozukluklar, bunama, deliryum ve amnestik bozukluktur.
Bellekte artma (hipermnezi): Mani, hipomani, nostaljik durumlarda gözlenebilir. Paranoid, obsesif durumlarda seçici biçimde bellek artışı görülür.

Bellekte azalma (hipomnezi): Dikkat dağınıklığı, bunamalar, ağır çökkünlüklerde gözlenir.

Bellek yitimi (amnezi): Demans, amnestik bozukluk, disosiyatif durumlar. Bilgi ve anıların depolanmasında hücre içi RNA’nın rolü gösterilmiştir. Wernicke-Korsakof sendromu ve Alzheimer hastalığı verilerin saklanmasındaki bozukluğun tipik örneklerdir. Amnezi, Retrograd, anterograd, total ve laküner olmak üzere dörde ayrılır:

Geriye doğru bellek yitimi (retrograd amnezi): Olayın öncesini hatırlayamama. Amnestik bozukluk, kafa travmaları, epilepsi nöbeti ardından (postiktal).

İleriye doğru bellek yitimi (anterograd amnezi): Olaydan sonrasını hatırlayamama. Kafa travmalarında yeni bilgi öğrenememe durumu…

Total amnezi: Olaydan hem önceyi hem sonrayı hatırlayamama.

Bellek boşlukları (laküner amnezi): Bellekte boşluklar biçiminde kayıplar olması. Bunamaların başlangıç dönemi, alkolizmde gözlenir.

Blackout: Özellikle aşırı alkol alımı sonrasında, alkollü durumdayken yaşananların ayıldıktan sonra hatırlanamaması

Paramnezi: Bellekte hatırlama sürecinde izlenen çarpıtmalardır:
Retrospektif falsifikasyon: Geçmişte yaşanan bir olayın kişinin içinde bulunduğu duygusal, bilişsel ve yaşantısal duruma bağlı olarak çarpıtılması.

Konfabulasyon (masallama): Bellekteki boşlukların, hayali/uydurulmuş yaşantılarla doldurulması.

Déjà vu: Kişinin yeni gördüğü bir şeyi sanki daha önce görmüş gibi hissetmesi. Patoloji olmadan da görülebilir.
Jamais vu: Kişinin daha önce yaşadığı/ gördüğü şeyi ilk defa görmüş gibi hissetmesidir.

DİKKAT

Zihni bir konu ya da nesneye odaklayabilme ve bu durumu sürdürebilme yetisidir. Psikolojik muayenede spontan ve volenter (istemli) olmak üzere iki kısımda ele alınır.

Spontan dikkat: Çaba harcamaksızın ortaya konulan dikkat. Manik dönemde artarken, organik ruhsal bozukluklar, depresyon ve anksiyete durumlarında azalır.
İstemli dikkat: İradi olarak ortaya konulan dikkat. Organik ruhsal bozukluklar, şizofreni, mani ve yoğun anksiyete durumlarında azalır.

Dikkat azalması: Deliryum, depresyon, anksiyete, şizofreni ve demansta gözlenebilir.
Distraktibilite: Bir konu üzerinde odaklanamama, önemsiz bir uyaranla dikkatin başka bir yöne kayması durumudur. Manide, DEHB, bazı kişilik patolojilerinde görülebilir.

Hipervijilans: Dikkatin bütün iç ve dış uyaranlar üzerinde toplanması ve odaklanmasıdır. Paranoid durumlarda görülebilir.

Trans: Dikkatin aşırı odaklanması ve bilinç değişikliğinin olması. Uyaranlara tepkide belirgin bir azalma, uykudaymış gibilik. Disosiyatif durumlarda, dini etkinliklerde görülebilir.

Günlük yaşantıda dikkatimiz açlık, yorgunluk, zihni uğraştıran şeyler, durumsal sıkıntılarda azalırken, ilgimizi çeken konularda, korku ve tehlike durumlarında artabilir.

ALGILAMA (İDRAK)

Dış ve iç uyaranların duyu organları aracılığı ile beyne iletilmesi, beyinde değerlendirilmesi ve tanınmasıdır. Entelektüel, duyusal ve duygusal verileri mantıklı ve anlamlı bir şekilde tertipleyen zihinsel süreçlerin bütününü ifade eder.

ALGI SAPMALARI

Yanılsama (illüzyon): Gerçek bir nesnenin ya da uyaranın yanlış algılanıp yorumlanışıdır. Normal kişilerde de olabilir. Örneğin gece mezarlıktan geçerken bir ağacı insan gibi görmek. Organik ruhsal bozukluklar, histrionik ve yoğun anksiyete durumlarında görülebilir.

Varsanı (halüsinasyon): Olmayan bir uyaran ya da nesnenin var gibi algılanmasıdır. Örneğin sesler işitme (işitme varsanısı), nesneler/kişiler görme(görme varsanısı). Koku, tad, dokunma gibi halüsinasyonlar organik durumları düşündürmelidir.

Hipnagojik (uykuya dalarken) ve hipnapompik (uykudan uyanırken) varsanıların tanısal değeri yoktur.

Halüsinoz: Durumunun bilincinde (farkındalık) olarak halüsinasyon yaşama hali.

Psödohalüsinasyon: Kişi halüsinasyon tarifler ancak yaşadığının gerçek olmadığını bilir, çoğunlukla özgül bir algı tanımlanamaz ya da “bir sahne” biçiminde tariflenir.
Derealizasyon (gerçekdışılık): Çevrenin değişmiş ya da yabancılaşmış olarak algılanması. Kişi çevresini bambaşka, çevredeki insanları gerçek değillermiş gibi algılar. Depersonalizasyon (yabancılaşmışlık): Kişinin kendi bedeninden ayrılmış gibi hissettiği ve bedenine ya da zihinsel süreçlerine sanki dışarıdan bir gözlemciymiş gibi bakması durumu. Depresyon, panik, disosiyatif durumlar, şizofreni, şizoid / sınır kişilik bozukluğu, toksik psikozlar, temporal lob epilepsisi ve aşırı yorgunluk durumlarında görülebilir.

DİL YETİSİ

Dil, konuşma ve düşünme süreci birbirini besleyen, birbirinden ayrılması güç yetilerdir. Dil yetileri, konuşmanın akıcılığı, anlama, tekrarlama, adlandırma, okuma ve yazma yetilerini içerir. Artikülasyonda, içerikte anormallikleri, çıktıda sorun olup olmadığına bakılır.

Tekrarlama, kişinin birkaç isim ve zamir içeren cümleleri tekrar etmesiyle test edilir, örneğin “Dün onlara böyle dedi” ve “Eğerler, veler veya amalar yok.”

Anlama, çeşitli yanıt seviyeleriyle test edilir. Önce hastaya “Duş almadan önce kıyafetlerinizi çıkarır mısınız?” gibi evet ve hayır cevaplı soruları sorulur. İkinci olarak, tek başına jestin yeterli bir yanıt olabileceği sorular sorulur, örneğin “İnsanların bu odada oturabilecekleri yeri gösterin”; son olarak motor tepkili bir komutu yerine getirmesi istenir: “Parmaklarımı sıkın.”

Kişinin yüksek sesle okuması, hatalı cümleler dinlemesi ve “gözlerini kapat” gibi bir yazılı komuta uyup uymaması (okuduğunu anlaması) test edilir. Okuyup daha sonra hatırlamasının istenebileceği standartlaştırılmış kısa bir öykü verilebilir.

Yazma, hastanın adını imzalaması, spontan cümleler oluşturması veya bir nesneyi yazılı olarak tanımlaması ile test edilir.

SOYUT DÜŞÜNME YETİSİ

Birincil (primer) düşünce süreci: Büyüsel düşünce. Neden sonuç bağlantısı ile değil duygular, istekler ve özlemlerle yönlendirilir. Rüyaların ve çocukluk döneminin düşünce biçimidir.

Dereistik düşünce: Mantığa ve deneyimlere aykırı düşünce.

Otistik düşünce: kişinin kendi özel dünyasında yaşamasıdır.

Majik (büyüsel) düşünce: Neden-sonuç ilişkisinden yoksundur. Ör. “O anda aklımdan geçen şey oldu”. Çocuklarda normalken erişkinde patolojik kabul edilir.

Bunama ve zekâ yetersizliğinde, ileri derecede eğitimsiz kişilerde ve şizofrenide soyutlama yetisi bozuk olabilir. Danışana bir atasözü söyleyip yorumlaması, benzer özellikli iki nesnenin ortak ya da farklı noktalarını bulması istenebilir. Örneğin lale ve karanfilin ortak özellikleri?

YARGILAMA (MUHAKEME)

Olaylar arasında neden sonuç bağlantısı kurabilme, doğru ve yanlışı, bireysel ve sosyal değerleri ayırt edebilme ve bunlar ışığında davranabilme yetisidir. Psikoz, bunama ve deliryumda belirgin biçimde bozulur. Hezeyan ağır yargılama bozukluğudur.

GERÇEĞİ DEĞERLENDİRME YETİSİ (Reality testing)

Bireyin zihninde olup bitenlerle dış gerçek arasında ayırım yapabilmesi; neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin hayal, neyin gerçek olduğunu ayırt edebilmesidir. Gerçeği değerlendirmenin bozulması varsanı ve sanrılarla kendini gösteren psikoza işaret eder.

Tutum ve içgörü

Hastanın tutumu, muayene eden ve diğer kişilere karşı sergilenen duygusal tondur. Düşmanlık, öfke, çaresizlik, karamsarlık, dramatizasyon… içerebilir.

Hastanın hastalığına karşı tutumu da önemli bir değişkendir. Hastalığı ve yardımı reddediyor mu, hastalığı psikolojik mi bedensel bir hastalık olarak mı görüyor?

DÜŞÜNCE

Bir uyaran sonucu zihinde sembollerin ortaya çıkmasıdır.
Normal düşüncenin özellikleri:
a. Gerçeğe uygundur,
b. Bir amaca yöneliktir,
c. Birbiri ile bağlantılı ve düzenli bir akış gösterir.

ÇAĞRIŞIMLARIN DÜZENİ

Düşünce akışı, hız ve ritmi (çağrışım)

Çağrışım bozuklukları artma (fikir uçuşması), azalma (mutizm) ve bozulma biçimindedir:
Çağrışımda bozulmalar:
Klang çağrışım: Anlamsız da olsa kelimelerin kafiyelerine göre sıralanmasıdır.
Teğetsellik: Çağrışımların ana konuya yöneltilememesi ve amaca ulaşamaması.

Neolojizm: Yeni kelime ve kavramlar uydurma. Örnek: bıçtak. Şizofrenide görülebilir.
Kelime (laf) salatası: Kelimelerin karmakarışık sıralanıp söylenmesi.
Ekolali: Söylenenin tekrarı.
Verbijerasyon: Aynı kelime veya ifadenin anlamsız biçimde tekrarlanması.
Ayrıntıcılık- çevresellik (sirkumstansiyalite): Sık sık gereksiz ve anlamsız ayrıntılarla sonuca güçlükle varabilen konuşma.
Çağrışımlarda gevşeklik (Enkoherans): Birbiriyle ilişkisiz kelime ve kavramlar konuşmayı dikişsizleştirir, konuşma sonuca varamaz, anlamsızlaşır.
Kondensasyon (yoğunlaştırma): Değişik kavramların mantıksal bir neden olmadan tek bir kavram haline getirilmesidir. Ör. Mayıstos.

Düşünce İçeriği

Bilgiyi doğru şekilde işleyebilmekle ilgilidir. Bireyin uyaranları nasıl algıladığı ve verdiği tepki kritik bir klinik değerlendirmedir: gerçekçi kaygılar mı taşıyor yoksa bu kaygılar irrasyonel korkular düzeyinde mi? olaylara tepkileri, inanç ve davranışlarında anlamlı bir temel yok mu? Düşünce bozukluğunun değerlendirilmesi hatırı sayılır bir deneyim gerektirir.

  1. azalma
    Düşünce fakirliği/ içerik fakirleşmesi. Düşüncenin belirsiz ifadeler içermesi nedeniyle içeriğinin boşalması. Zekâ gerilikleri, melankolik özellikli depresyon, bunama ve kronik dezorganize şizofrenide rastlanabilir.
    b. artma
    Aşırı derecede zihni işgal eden düşünce ve fantezilerdir. Bipolar durumlar, sanrılı bozukluklarda görülebilir.
  2. bozulma
    Sanrı
    Aşırı değerlenmiş düşünce
    Obsesyon

SANRI (HEZEYAN)

Bireyin zekâsı ve kültürel özellikleriyle açıklanamayan, dış gerçekliğin hatalı yorumuna bağlı olup aksine delillerle/mantıklı açıklamalarla sarsılmayan yanlış, yalınkat inanışlardır.
Psikotik bozukluklardaki temel düşünce bozukluğudur.
Sistemli/acayip olmayan hezeyanlar: Kendi içinde gerçek kırıntısı ve mantıksal bir düzeni olan, vuku bulması olası ancak gerçekte olmayan olay ve durumlardır. Zaman zaman dinleyen kişiyi inandırırlar, mahkemeleri dahi yorarlar. Örneğin “mirasının başkalarınca çalınmış veya gizli bir örgüt tarafından takip ediliyor olması”.

Bizar (acayip) hezeyan: Komple imkânsız, kişinin kültüründe tümüyle inanılmaz bir durumu kapsayan hezeyanlardır: Örn. “benim kalbimle annemin kalbini değiştirmişler”.

İÇERİĞE GÖRE SANRI TÜRLERİ

Büyüklük (grandiöz), yeteneklilik hezeyanları: Özel birtakım güçlerinin olduğu, ünlü bir sanatçı, evliya, mehdi ya da peygamber gibi önemli biri olduğu…

Kötülük görme (perseküsyon) sanrıları: Kendinin ya da bir yakınının saldırıya uğrayacağı, zarar verilmek istendiği yönünde hezeyanlardır. ‘’beni izliyorlar, çocuğumu zehirleyecekler’’ gibi.

Alınganlık (referans) sanrıları: Örn.‘’radyo ve televizyondan bana laf atıyorlar’’, ‘’öksürerek ya da far yakıp söndürerek veya aralarında konuşurken eşcinsel olduğumu ima ediyorlar’’ gibi..

Etkilenme sanrıları: ‘’Kafamın içine bir cihaz konmuş, bana istediklerini yaptırıyorlar’’ “TV-radyo ya da lazer ışınlarıyla davranışlarıma yön veriyorlar’’ gibi.

Etkileme sanrıları: “Düşünce yoluyla, özel güçlerle başkalarını yönetiyorum” vb.
Kontrol edilme sanrıları: “Düşüncelerim kontrol ediliyor/ çalınıyor/ okunuyor/yayınlanıyor”

Erotomanik sanrı: Şöhretli, zengin ya da etkili bir insanın kendisine aşık olduğu inancı.

Küçüklük sanrıları: “Hiçbir işe yaramam, değersizim, tedavi edilmeye değmem”.

’’Nihilistik sanrılar: “Ben yokum, ölmüşüm, kalbim, midem çürümüş, erimiş, yok olmuş’’ .

Somatik sanrılar: Vücudunun hastalandığına/değiştiğine inanır. ‘’Bende kanser, AİDS var”.

’’Kendine yabancılaşma sanrıları (depersonalizasyon): “Ben hem erkek hem kadınım”, “bedenimin alt tarafı karımın bedeninin alt yarısına dönüştü”.

Gerçekdışılaşma sanrıları (derealizasyon): “Burası benim şehrim değil, sahtesini yapmışlar, annem babam değişmişler, onları tanımıyorum”.

Capgras Sendromu (illusion of double): “Bu annem değil onun kılığına girmiş bir cadı”

AŞIRI DEĞERLENMİŞ DÜŞÜNCELER

Herhangi bir düşünceye aşırı duygusal yatırım yaparak sürekli olarak bunu düşünme ve gündeme getirme. Sanrı ile obsesyon arasında yer alır. Düşüncesinin doğru olmadığı konusunda yeterli iç görüsü varsa saplantı, hiç iç görüsü yoksa sanrıdır, ikisinin arasındaki durumlar ise aşırı değer verilmiş düşünce olarak adlandırılır. Kıskançlık, aşk-yoğun tutku bazı mistik/hipokondriyak uğraşlar.

SANRISAL ALGILAMA

Olağan bir algının sanrısal yorumlanması. Örnek: Ağır suçluluk sanrıları olan bir hastanın dışarıdaki ayak seslerini kendisini asmaya gelenlerin ayak sesi olarak düşünmesi.

SAPLANTI (TAKINTI, OBSESYON)

İstenmeden gelen, belirgin kaygıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da hayallerdir. Gerçek yaşam sorunları ile ilgili aşırı endişeler değildir. Kişi bunlara önem vermemeye, bunları baskılamaya ya da başka bir düşünce ya da eylemle etkisizleştirmeye çalışır; çoğunlukla bunları zihninin bir ürünü olarak görür ve mantıksız olduğunun farkındadır.

Obsesyonlar en çok obsesif kompülsif bozuklukta görülse de depresyon, şizofreni ve başka bozukluklarda da görülebilir. Sorgulama: “Bir türlü kafanızdan atamadığınız, sürekli olarak sizi rahatsız eden bazı düşünceleriniz oluyor mu?”. Zarar verme/ Dini aykırılıklar/ aykırı cinsel düşünce ve hayaller/kir-mikrop-pislik bulaştığı vb.

FOBİ

Normalde korkulması beklenmeyen bir nesne ya da durumdan yoğun, kalıcı ve ısrarlı korku halidir. Korku abartılı olmakla birlikte sınırları oldukça kesindir, sıklıkla korkulan durum/objeden kaçınma davranışı gözlenir.
a. Özgül nesne fobileri: Böcek, köpek, yılan vb.
b. Durum fobileri: kapalı yer, açık alan, asansör, yükseklik, karanlık vb..
c. İşlev fobileri: idrar kaçırma, terleme vb..
Agorafobi (açık alan korkusu), klastrofobi (kapalı yerlerde bulunmaktan korkma), akrofobi (yüksekten korkma), eritrofobi (yüzünün kızaracağından korkma).

Sosyal fobi: Toplum önünde konuşma, dışarıda yemek yeme, genel tuvaleti kullanma gibi toplumsal durumlardan kaçınma/utanma.  Kişi küçük düşeceği ya da utanç duyulacak biçimde davranacağından korkar; korkusunun anlamsız olduğunu bilir. Bu durumlardan ya kaçınır ya da yoğun bir anksiyete ile katlanır.

DAVRANIŞ

PSİKOMOTOR DAVRANIŞ

Kişinin sergilediği tüm davranışları, sözel ve sözsüz iletişimi, dışa vuran aktiviteyi ifade eder.
Artmış davranışsal tepkiler:
Hiperaktivite, Agresyon, Stereotipik davranış…
Manyerizm : İstem dışı, garip ve abartılı, tekrarlayıcı ve tuhaf hareketler. Yüz buruşturmaya benzer, genellikle yanak, dudak ve alt çenenin anlamsız hareketleri.

Tik: İstemsiz, ani, hızlı ve tekrarlayıcı spazmodik hareketler.  Motor ve vokal olabilir (örn. Basit tik, Tourette Sendromu).
Kore: İstemsiz, ani ve sıçrayıcı kas hareketleri. Nörolojik hastalıklara işaret eder.
Kompülsif davranışlar: Obsesyona bağlı olarak oluşan yineleyici ve denetlenemeyen hareketler.

Kleptomani: Çalma, hırsızlık kompülsyonu.
Nimfomani: Kadınlardaki aşırı ve kompülsif seks.
Satriazis: Erkeklerdeki aşırı ve kompülsif seks.

Davranışta azalma durumları:

Negativizm, Katatoni, Katapleksi

Apraksi ve inşa yeteneği

Nörobilişsel bozuklarda, bilinen motor eylemleri gerçekleştirememe durumudur. Hastadan “hayali bir düğme dikmesi”, “hayali bir makas kullanması” veya “hayali bir sigara yakması” istenerek test edilir.

Düşünsel apraksi, sıralı adım komutlarıyla test edilir, örneğin “Bu kağıdı sol elinize alın, sonra katlayın, zarfa yerleştirin ve zarfı kapatın.”

İnşa yeteneği, “Bir saat çizin; sayıları girin; 8:20’yi göstersin” komutuyla veya küpleri düzenlemesiyle ortaya çıkarılabilir.

UYKU

Uyku, farklı bir bilinç durumu olup insan vücudunun normal ve sağlıklı işlemesi için zorunlu bir ihtiyaçtır.

Uyku Bozuklukları

İnsomnia (uykusuzluk): Uykuya dalma ve uykuyu sürdürmede bozukluk ya da erken uyanma. Hipersomnia: Aşırı uyku hali ya da anormal gündüz uykuları. Dokuz saati geçmesine rağmen uykunun dinlendirici olmaması. (ör: Klein-Levin Sendromu, narkolepsi, uyku apnesi..).
Narkolepsi: Gün içinde, işte, derste hatta yolda olabilen ani, istemsiz, aşırı uyku hali. Uyku felci, hipnogajik/hipnopompik halüsinasyonlar, katapleksi (bilinç açıkken ani kas tonusu kaybı) ve gece uykusunun sık sık bölünmesi diğer önemli belirtileridir.
Solunumla ilişkili uyku bozuklukları: Uyku apnesi ve hipopne.

Parasomnialar:
Kâbus bozukluğu: Korkulu, canlı olarak hatırlanan rüya halleri.
Uyku terörü: Rüya ile ilişkisiz dehşet içinde uyanma hali.
Hızlı göz devinimleri (REM) uykusunda davranış bozukluğu.
Huzursuz bacaklar sendromu.
Uyurgezerlik.

Sirkadyan ritmle ilişkili uyku bozukluğu: Erken/geç uyuma uyanma fazları, Jet lag vb

YEME BOZUKLUKLARI

Anoreksiya nervoza: Beden algısında çarpıklık ve kilo alma kaygısıyla aşırı gıda kısıtlaması, aşırı egzersiz.. Bulimiya nervoza: Aşırı yeme atakları ve sonrasında kusma-çıkarma ön plandadır.

(Bkz. Beslenme ve Yeme Bozuklukları)

ZEKA

Kişinin soyut düşünmesi, bilgi ve sözcük dağarcığı, olayları sıralaması, yargılaması ve yaklaşım biçimi, okul ve iş performansı zekâ düzeyi hakkında fikir verir. Zeka değerlendirmesi bir konfrontasyon muayenesidir: Görüşmeci danışanın zekâ düzeyini kendi zeka düzeyine göre değerlendirir.

Sonuçta zekâ düzeyinde IQ puanından ziyade işlevselliğin düzeyi esastır. İletişim, öğrenebilme, eski öğrenilenlerle bağlantı kurup bunları sorun çözme ve çevreye uyum amacıyla kullanabilme becerisi, ev ve toplumda bağımsız yaşayabilme yeteneği belirleyicidir.

Zihinsel yetersizlik (intellectual disability) grubu DSM’de hafif, orta, ciddi ve ağır olmak üzere dörde ayrılmıştır. Zekâ testleri ile ölçülen zeka puanı 50 ile70 puan arasında ise hafif, 35-49 arasında ise orta, 20-34 arasında ise ciddi ve 20’nin altında ise ağır düzeyde yetersizliktir.

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 

Erkeklerde: Erken boşalma, sertleşme bozukluğu, düşük cinsel istek, boşalmada gecikme

Kadınlarda: Cinsel ilgi, uyarılma, orgazm bozukluğu, cinsel organlarda-pelviste ağrı/içe girme bozukluğu

CİNSEL SAPMALAR

DSM-5, parafili ve parafilik bozuklukları ayırmıştır. Parafilik bozukluk, diğerinden farklı olarak ciddi sıkıntıya yol açar ve kendine ya da başkalarına zarar verme riski taşır.

Cinsel kimliğinden hoşnutsuzluk:Kişinin biyolojik cinsiyetiyle cinsel kimliği arasında uyumsuzluk yaşaması, bedeninden hoşnut olmaması, karşı cinsin beden özelliklerine sahip olmayı istemesi ve kendisine karşı cinsten biri gibi davranılma isteğini tanımlar. 

KAYNAKLAR

Andreasen, NC. DSM and the death of phenomenology in America: an example of unintended consequences. Schizophr Bull. (2006) 33:108–12. doi: 10.1093/schbul/sbl054

Gulati, G., Lynall, M., & Saunders, K. E. A. (2014). The basic psychiatric assessment In:. Psychiatry (11th ed.). Wiley-Blackwell.

Köroğlu E& Güleç C(Eds.), Psikiyatri temel Kitabı (2nd ed.). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. 2007.

O. Öztürk & A. Uluşahin (Editörler), Ruh Sağlığı ve Bozuklukları.. Ankara: Nobel Tıp Kitabevleri Ltd. Şti. 2008
Sadock, B. J., Kaplan, H. I, & Sadock, V. 4. A. (2007). Clinical Examination of the Psychiatric Patient. In Kaplan & Sadock’s synopsis of psychiatry : behavioral sciences/clinical psychiatry (10th ed. / B J Sadock, V Alcott 5. Sadock. ed., pp. 227-243). Philadelphia ; London: Lippincott Williams & Wilkins.

Parnas J, Sass LA, Zahavi D. Rediscovering psychopathology: the epistemology and phenomenology of the psychiatric object. Schizophr Bull. (2012) 39:270–7. doi: 10.1093/schbul/sbs153

Schultze-Lutter F, Schmidt SJ and  Theodoridou A. Psychopathology-a Precision Tool in Need of Re-sharpening. Front Psychiatry 2018. 19: 446. doi: 10.3389/fpsyt. 2018.00446. 2018.

The APA Practice Guidelines for the Psychiatric Evaluation of Adults, Third Edition 7, 2016,

Walter H. The third wave of biological psychiatry. Front Psychol. 2013; 4: 582. doi: 10.3389/fpsyg.2013.00582)))