Prof. Dr. Rüstem AŞKIN
Kültür, toplumun üyelerince paylaşılıp aktarılan, öğrenilmiş davranışlar strüktürü (Hofstede, 1984); bir toplum veya sosyal grubun ayırt edici yaşam tarzı, değer sistemleri, gelenek ve inançları, sanat ve edebiyatı, entelektüel ve duygusal özellikler kümesidir (UNESCO, 2002); etnisite, ırk, din, yaş, cinsiyet ve aile değerlerini de içerir (Eshun & Gurung, 2009). Kültür statik bir olgu olmayıp belli bir ülkeye, bölgeye, ırka özgü kültür tanımlaması gerçekçi olmaz. Bir ülkenin belli bir kenti, o kentin bölgesi, orada yaşayanların mesleki, ekonomik ve ailesel konumları gibi birçok değişken yaşama biçimini etkilemektedir. Küreselleşme, göç, akültürasyon, asimilasyon, geçiş kültürleri de aynı toplumda önemli farklılaşma nedenleridir (Eshun & Gurung, 2009).
Psikolojik boyutuyla kültür, bireylerin semptomları dışa vurma, anlatma, sorunlarla baş etme, yardım arama davranışlarını etkiler. Farklı kültürel gruplar farklı stresörlerle yaşar; örneğin, sosyoekonomik düzey düştükçe bireylerin stres düzeyleri artar (Gurung& Roethel-Wendorf, 2009).
Ruhsal sağlık, bireyin iç dünyası ve çevresi arasındaki denge durumunu ifade eder. Dünya çapında yaklaşık 450 milyon insan zihinsel veya davranışsal bir bozukluk, 200 milyon insan uyuşturucu ve alkolle ilişkili ciddi ruhsal sorunlar yaşamaktadır. Sosyopolitik çatışmalar, artan huzursuzluk ve nüfusun yaşlanması söz konusu sayıları daha da artırabilir (WHO, 2022).
Çoğu ülkede ruh sağlığı alanında iki ana yaklaşım hakimdir: Batılı, kanıta dayalı tıbbi yaklaşım ve geleneksel/yerel şifa arama yaklaşımı. Esasen ruhsal sorunu olan bireylerin çoğunun kanıta dayalı bakım alma şansı da yoktur. Bu da inanç şifacıları, kahinler/ ruhaniyetçiler ve şifalı bitki satıcılarını içeren geleneksel yaklaşımı öne çıkarmaktadır. Öyle ki, dünya nüfusunun yüzde kırkı, ciddi ruhsal bozukluklar için birinci basamak düzeyinde tedavi alamamakta, ülkelerin yüzde 20’sinde birinci basamakta temel psikotrop ilaçlar dahi bulunmamaktadır (WHO, 2005). Nitelikli ruh sağlığı profesyoneli sayısı gelişmiş ülkelerde dahi yetersizdir (Patel, 2007).
Kültür ve Başa Çıkma
Sosyal destek ve aile işleyişi, travmatik stres tepkileri için köklü bir koruyucu faktör, sıkıntı ve iyileşmenin de kritik yordayıcılarıdır (Sullivan, 1953). Batı dışındaki çoğu kültürlerde birçok rol ve işlevde başkalarıyla karşılıklı bağımlılığı ve desteği vurgulayan kolektivizme karşılık, Batı kültürlerinde bağımsızlığı ve kendine güvenmeyi vurgulayan bireycilik öne çıkar. Bireyci kültürlerde yaklaşma/yüzleşme, kolektivist kültürlerde kaçınma temelli başa çıkma stratejileri baskındır.
Psikoterapi de Batı kültürüyle uyumlu biçimde bireyciliği ve kendini geliştirmeyi vurgulama eğilimindedir. Bireyci yaklaşım, bağımsızlığa, kendine güvenmeye ve rekabete; kolektivizm ise dayanışmaya, grupla uyuma atıfta bulunur (Jacob vd., 2007).
Genelleme yapmak gerekirse az gelişmiş ülkelerde çaresizlik, bağımlılık, tevekkül, duygusallık ve “cemaatçi” yapı öne çıkarken, kalkınmış toplumlarda özgüven, başarma hırsı, bağımsızlık, itiraz, rasyonellik ve bireysellik egemen öğelerdir.
Hint perspektifi
Batılı toplumlarda da ilgi duyulan Hint psikolojisinin kökleri Vedalar, Yoga Sutralar gibi dini metinlere dayanır. Kişilik, davranışlar, uyuşukluk/canlılık, “karma” denen kader, doğum/ölüm döngüleri dini öğretilerle açıklanır. Hastalık, geçmiş yaşamda yapılan yanlışların cezası olarak algılanır (Khandelwal vd, 2004).
Geleneksel Hint tıp sistemi Ayurveda, fiziksel ve zihinsel hastalıkların anlaşılması için temel oluşturur. Bir kelimeyi (mantra) tekrarlayıp durmak (zikir), uğurlu taşlar, ayinler, adaklar, oruç, kutsama, tanrılara tapınma ve hac ziyareti gibi stratejilerle ruhsal ve tanımlanamayan anormalliklerle uğraşılır. Yine Yoga, duruş, disiplin, derin nefes egzersizleri, konsantrasyon, meditasyon, aydınlanma gibi unsurlarıyla başka bir Hint yaklaşımıdır (Balodhi, 1987).
Ruhsal hastalıklar doğaüstü güçlere atfedilir. Bazı Hindu tanrılarının insanları kötü güçlere karşı koruduğuna inanıldığı için, rahipler ve dini şifacılar, hasta ve ailelerine yardım eder. Hastalığı yaptığına inanılan iblisler ve ruhlarla “müzakereler” yoluyla tedavi yürütülür. İlginç şekilde, çoğu insan açık mantıksal çelişkilere rağmen hem geleneksel şifacılara hem de modern uygulayıcılara başvurmaktadır (Prasadarao, 2009).
DEMORALİZASYON
Demoralizasyon, öznel bir yetersizlik ve huzursuzluk duygusu, bıkkınlık, bezginlik, güçsüzlük ve cesaretsizlik halidir. Güncel olaylar, stres, hız, yalnızlık sıklıkla moral bozucudur. Keza stres, 21.yüzyılın en önemli sağlık risklerindendir. “Savaş veya kaç” tepkisine karşılık “Eğil ve arkadaş ol”, tavrının strese karşı tipik bir kadın tepkisi olarak evrimleşmiş olduğu öne sürülmüştür (Taylor, 2012).
Postmodern çağda inancın ve kanaatin yokluğu, belirsizlik duygusunu ve duygusal kırılganlığı besleyebilir (Prasadarao, 2009). Kimi zaman da kültür, psikopatolojiye zemin hazırlayabilir, yatkınlığı olan bireylerde ruhsal sorunları aktifleştirebilir (Gurung & Andela, 2009).
Dezavantajlı sınıflara mensubiyet, yoksulluk, şiddet, işsizlik (Kinderman, 2013), otoriterizm (Anuradha & Kumar, 2020) gibi koşullar yaygın demoralizasyon sebepleridir.
KRONİK DEPRESYON
Depresif eğilimli bireylerin yer yer bir alt kültür grubu oluşturdukları söylenebilir. Bu kimseler yardım aramadıkları için sorunun önemi gözden kaçmaktadır. Şiddeti, saldırganlığı, ayırımcılığı, hiçliği, çaresizliği empoze eden müziklerin dinlenme oranları bu sorunun yaygınlığı hakkında ipuçları verebilir. Bazı metal müzik takipçilerinin, satanizm, nihilizm, anarşizm, siyasal ve sosyal şiddet gruplarının ruh sağlığı her zaman tartışılabilir. (Miranda & Claes 2007).
Kronik depresyon, kişinin alışılagelmiş benliğinin bir parçası olarak yaşanan, uzun süreli, dalgalı ve düşük yoğunluklu bir depresyon halidir. Bu türden hastalık/sağlık sınırının netleşmediği durumlar, uzmanları bir meydan okuma ile karşı karşıya bırakır: kişilik patolojileri ile iç içe geçmiş ya da onlardan köken alan, tedaviye hatta tanıya dirençli bir ruhsal durum (Aşkın, 2007).
Toplumdaki yaygınlığı sınırlı olsa da (Keller vd, 1995), kronik depresyon zamanla bir yaşam biçimine dönüşerek insan mutsuzluğu ile örtüşmektedir. Sosyal zorlanma altındaki ve düşük eğitim düzeyine sahip bireylerde kronik depresyon çok daha yaygındır (Hussein vd, 2004).
İNTİHAR
Birlikte gruplandırıldığında, en yüksek intihar oranları 100 000’de 10,9 ile yüksek gelirli ülkelerdedir. İntihar yaşlı erkekler arasında en yüksek oranda olduğu için yaşlı nüfusun yüksek olduğu ülkelerde intihar oranları da yüksek ve yine bu ülkelerin veri kayıtları da daha düzgündür. Ne var ki dünyadaki intiharların %77’si düşük ve düşük-orta gelir grubunda görülür. Modern toplumlarda intihar, sosyal bütünleşmenin zayıflaması ve artan boşanmalar sonucu yaşamın düzensizleşmesiyle artma eğilimindedir. İslam’ın baskın din olduğu ülkelerde daha düşük intihar oranları bildirilmektedir (Lester, 2009).
İntihar davranışıyla ilişkili başlıca psikiyatrik etkenler, depresyon, özellikle umutsuzluk, nevrotiklik, kaygı, duygusal dengesizlik, alkol ve madde kullanımıdır (Lester, 2004).
İntihar Davranışı Motifleri Üzerindeki Kültürel Etkiler
Danimarkalı annelerin suçluluk uyandırmayı başlıca disiplin yöntemi olarak kullanmasının, İsveç’li ebeveynlerin performans ve başarıya güçlü vurgu yapmasının intihara yatkınlaştırdığı öne sürülmüştür. Çoğu kültürde kadınlar erkeklerden daha fazla ölümcül olmayan intihar eyleminde bulunduğundan, bu tür intihar davranışlarının kendine zarar verme olarak yeniden adlandırılması, kadınlardaki “intihar davranışı” oranını aşağıya çekmiştir (Lester, 2009).
HÜZÜNLERE GİDEN YOLLAR…
Yoksulluk, İnsan hakları
Dünya Sağlık Örgütü, insan acısının azaltılması ve insan haklarının korunmasının daha iyi sosyal, ekonomik sonuçlar ve daha sağlıklı psikolojiye götüreceğini savunmaktadır. Yoksulluk sosyal stresi kamçılayarak açık bir depresyon nedeni olabilmektedir (Mossakowski, 2008).
Yoksulluğun ruh ve beden sağlığını bozduğu, bu durumunsa yoksulluktan kurtulmayı daha da zorlaştırarak bir kısır döngü yarattığı görülmektedir.
Ekonomik eşitsizlik, yoksulluktan bağımsız olarak daha fazla depresyon ve maddeye bağlı ölüm, çocuklarda eğitimsel ve ruhsal sorunlar ve çocuk cinayetleriyle ilişkilendirilmiştir (Simon, 2018).
Yoksulluğun ruh sağlığını bozucu etkenleri arasında kronik ve akut stres, hipotalamik-hipofiz-adrenal (HPA) eksen değişiklikleri, doğum öncesi ve doğumdaki olumsuzluklar, yetersiz beslenme ve toksin maruziyeti (örn. kurşun) sayılabilir.
Ailesel stresörler, ebeveyn psikopatolojisi (özellikle depresyon), düşük ebeveyn sıcaklığı, düşmanca ve tutarsız ebeveynlik, düşük uyarımlı ev ortamı ile çocuk istismarı ve ihmalini içerir (Patel, 2007)
Mahrum Mahalleler (Varoşlarda yaşamak)
Kentlerin yoksul mahallelerindeki olumsuz akran etkileri ve sosyal ilişkiler ağı, artmış güvenlik/suç/zorbalık riskleri, sosyal izolasyon ağır ruhsal tehditlerdir (Simon, 2018). Gökdelenlere bitişik gecekondu semtleri, yetersiz altyapı ve eğitim hizmeti nedeniyle gelişimsel ve entelektüel yönden yetersiz, her açıdan istismara açık, siyaset ve özellikle çeteler için kullanışlı gençler üretmektedir. Politikacılar oradaki insanları nefretle değil uygun altyapı ve sağlıklı gıdalarla beslemelidir.
Ayırımcılık algısı
Ruhsal sorunlar ve özellikle depresyon için kronik stres faktörlerinden biri, ayırımcılık algısıdır. Ayrımcılık stresinin erkeklerde daha şiddetli olabileceğine dair kanıtlar vardır (Cassidy vd, 2004). Akıl hastalığına iliştirilen damgalama, dünyada önemli bir sorundur ve insanların hastalığı saklama ve tıbbi yardımdan kaçınmasıyla sonuçlanmaktadır.
İlk travma, ilk acı
Kimi psikanalistler, sıcak ve korunaklı anne karnından soğuk ve düşmanca dünyaya gelişi travmatik bir ayrılık olarak tanımlar (Rank, 2017). Mistiklerse Tanrı’dan kopup yeryüzüne fırlatılmanın hüznünden söz ederler. Sufi düşünür Rumi, bu acının metaforu olarak kamışlıktan koparılan Ney’in inleme sesini kullanır (Mevlâna, 2016).
AİLE: BÜYÜK AVANTAJ, BÜYÜK RİSK
Sağlıklı bir aile, üyeleri için güvenilir ve vazgeçilmez bir dayanma hattıdır; dağılmış ve çatışmalı aile ortamı ise belirgin ruhsal-davranışsal sorunlar için zemin oluşturmaktadır (Behere vd., 2017).
Gelenekselliği baskın olan toplumumuzda, ailelerin çocuklarına düşkünlüğü alkışlanmaya değerse de abartılı ilgi çocuğun bireyleşmesini ve baş etme yetilerini bozabilmektedir (Sümer vd., 2010). Bu durum bireyleri biyolojik yaşı ergenliği aşsa da kendi başına yaşayamayan, karar veremeyen, sorumluluk üstlenemeyen, özgüvensiz, dayanıksız, bazen suça meyilli insanlara dönüştürebilir.
Çocuklarına karşı önceleri yüceltmeci sonra yakınmacı tutum klasik bir Türk ailesi tutumudur.
BEKLENTİLER …
Küreselleşme ve sınırsız iletişim, yaşama dair beklentileri ve dolayısıyla gerilimi yükseltmektedir. Sosyal medyadaki tüketim şovları insanlarda her gün yeni bir düş kırıklığı, kendine acıma ya da öfke sebebi olabilmektedir. İnsan yapımı kötülükler ve kültürel anomi, tsunami potansiyeli içermektedir. Gençler ve ergenler ateş altındaki kesimdir.
Zayıf sosyo-ekonomik kesimlerdeki çoğu insan da doğup büyüdükleri koşulları kabullenerek, dayanışarak, gerçekçi ve küçük beklentilerle ruh sağlıklarını koruyabilmektedir (Aşkın, 2007).
İLİŞKİLER, GELENEKLER
Ruh sağlığı için en anlamlı öğeler, içten insani ilişkiler ve arkada bırakılacak izlerdir.
“İnsanları hasta eden yine insanlardır” (Sullivan, 1953) kuralı, hoş görü ve diğergamlığın en alt düzeye indiği toplumlarda daha ciddi anlam kazanıyor. Kentleşme ve kurumsallaşma yönünden geri kalmışlık, insanlardaki saygı ve güven ilişkisine ağır hasar veriyor, sindiriyor, “hasta” ediyor.
Kültür ve gelenek, kimlik oluşumu için önemlidir. Orta sınıflar, geleneği ılımlı ve insancıl yorumlarla taşırlar. Katı ve akıldışı, cehaletten köken alan töresel öğeler, ağır toplumsal baskı doğurabiliyor. Cinsiyetçilik, hak arama yollarının kısıtlı olduğu kimi bölgelerde inanılmaz bir doğallık ve gayri insanilikle uygulanabiliyor. Özellikle cinsiyete göre çifte standartlı “namus” töresi, ürkütücü sonuçlar doğurmaktadır (TBMM, 2005).
Özveriye, başkalarının sevgi, istek ve beklentilerine odaklı depresif kişilik profili kültürümüzün iyi insan tarifiyle örtüşmektedir.
Ahlaki değerlerdeki zayıflama, Batıda hukukun güçlenmesiyle dengelenmiştir. Az gelişmiş ülkelerde ise hukuku ya da ahlaki değerleri yalnızca zayıf gruplar savunmaktadır. Bir toplumda gerçek bir hukuk yoksa başka bir olumluluktan söz edilemez.
BEDEN ALGISI VE YEME BOZUKLUKLARI
Beden biçimi ve kiloya ilişkin tercihler, kültürler ve etnik gruplar arasında farklılık gösterir. Sosyal medyada oluşan “ideal beden” vurgusu, beden algısı ve yeme davranışını zedelemektedir.
Anoreksiya nervozanın tanı kriterlerinden “şişmanlama fobisi”, kültüre bağlı bir semptom olabilir, çünkü farklı kültürlerde tutarlı biçimde bulunmamaktadır (Banks, 1992).
Yeme bozukluğunun nadir olduğu Fiji tolumuna televizyonun tanıtılmasından üç yıl sonra, ergen kadınlarda yeme sorunlarında artış gözlendi. Buradaki genç kızlar artık Batı’daki standartları kendileri için birer şablona dönüştürmüşlerdi (Becker vd, 2002).
DİNLER VE İDEOLOJİLER
Din, kültürün ana öğelerindendir. Ne var ki zaman içinde geleneksel veya batıl inançlar (hurafeler) toplumlarda orijinal dini öğretilerden baskın hale geldi. Her çağda Tanrı adına konuştuğunu iddia eden, çoğu muhteris, bir kısmı akıl hastası kimseler, “günah/ateş/azap” gibi kavramları kendilerine “bağımlılaştırma aracı” gibi kullanarak halka umutsuzluk ve korku saldılar; insanlar örselendi.
18 ve 19. yüzyılda Batıdaki sosyopolitik değişimler ve aydınlanma felsefesiyle, psikolojik süreçlerin doğal sebepleri olduğu düşüncesi gelişti. Çoğu Doğu-Ortadoğu toplumlarında ise ruhsal sorunlar genellikle şeytan ve cinler, iyi ve kötü, Tanrı ve melek kavramlarıyla açıklandı. Bugün bile İstanbul’un gelişmiş semtlerinde Şaman, Budist, Taoist, astrolog, aile dizimcisi, enerjici, büyücü ve muskacı gibi iyileştiriciler (!) başı çekmekteler.
Psikodinamik modeller dini açıklamak için baba figürü, anne figürü, nesne ilişkisi, bağlanma kuramları gibi kişisel gözlemlere dayandı. Davranışçı, bilişsel vd. modeller de dini kendi perspektifleriyle açıklama yoluna gittiler; gerçekte başka türlüsünü de bilmiyorlardı. Tanrı’nın olmadığını düşünen yazarların insanların “olmayan bir şeye neden inandıklarına” dair kavramsallaştırmaları öznel, ideolojik düzeyde kaldı. Frankl, dine ve Tanrı’ya işaret eden çok az sayıdaki psikoloji bilim insanlarından biriydi. Ellis, dinin psikolojik işleyişte zararlı olduğunu iddia ederken, Jung ve Allport dinin anlam ve istikrar unsuru, hem stresör hem de strese karşı tampon olabileceğini savundu.
Ruhsal yaşamda biyolojik etkenlerin rolü anlaşıldıkça “sanrıların /ses işitmelerin”, bağlanma kuramı ya da doğaüstü güçlerden değil nörokimyasal dengesizliklerden kaynaklandığı fark edildi.
Ne var ki 20. yüzyılın sonlarına doğru yine bir dizi sosyal, politik ve ekonomik olay, natüralist bilimin ve onun ahlak/değer sisteminin geçerliliğini sorguladı. Mutlak tarafsız ve ampirik bir bilimin olmadığı, araştırmacının varsayımlarının araştırmanın her unsurunu etkilediği gösterildi. DSM gibi temel tanı araçlarındaki revizyonlar, bilimsel verilerden çok Batı’daki siyasi ve sosyokültürel değişikliklerle ilişkilendirildi (Priester vd., 2009).
Din ve ruh sağlığı ilişkisinde din, dindarlık gibi tanımlardaki belirsizlik sağlıklı değerlendirmeyi engellemektedir. Kişisel adanmışlığın en büyük varoluşsal tatmini ürettiği söylenebilir. Bu alandaki araştırmaların meta-analizine göre dindarlık ve psikolojik işlevsellik arasında orta derecede bir pozitif ilişkiden söz edilebilir. Ruh sağlığı için olumlu dindarlık türü içsel ve sahici; olumsuz olan “dindarlık” ise dışsal/hesapçı ve güvenlikçidir (Hackney&Sanders, 2003).
Psikoterapi Sürecinde Din
Ellis’e göre klinisyen, “mutlak gerçekler yoktur” mottosuyla danışanların Tanrı inancını terk etmesine yardımcı olmalıdır. Oysa klinisyenin danışanın dünya görüşüne, inançlarına saygı duyması evrensel bir kuraldır; klinisyen Tanrı’yı reddederken kendini Tanrı’laştırmaya soyunmamalıdır.
Kimi sanrılar, kompülsif katılıklar, “güçlü dindarlık” işaretleri olarak algılanabilir. Birçok dindar insan, terapiye başvurmayı dahi “tevekkülsüzlük” sanabilir. Mistik, gizemli, yer yer cehaletle inancı özdeşleştiren anormal yaklaşımlar, sağlıklı çare arama yollarını tıkayabilir. Terapistler, dinin özgün/yalın haline vakıf olursa çarpıtılmış ve zihin sağlığını olumsuz etkileyen dini düşünceler (hurafeler) hakkında maharet kazanabilirler.
Din ruh sağlığını güçlendirici bilişler üretebilir, alkol, madde kullanımına ve stres verici yaşam olaylarına karşı sıklıkla koruyucu işlev görür. Katoliklik ve Yahudilik gibi bazı inançlar mental sağlığı olumsuz etkileyecek biçimde suçluluk empoze eder. Kimi dini gruplar hastalığı Tanrının cezalandırması biçiminde değerlendirerek yıkıcı olabilmektedir (Goffredo & Simon, 2007).
Türk perspektifi
Dini ağıtlara salmak
Yas ve keder, Hristiyanlık ve Yahudilikte olduğu gibi bazı İslam mezheplerinde de dini yaşantının zeminini oluşturur; bu grupların dini törenleri bazen bir cenaze törenini andırır. Sürekli anılan travmalar, toplumda örtük bir “gülme yasağı” oluşturmaktadır. Arabesk tarzı ilahiler, dini mesajı çarpıtan keyfi yaklaşımlar, inanç karmaşası da oluşturabilmektedir. Kültürümüzün bir ürünü olan “acıyı bal eylemek” sözü, travmatik çağların kuytularından gelen bir çığlıktır.
“Izdırap” felsefesi, hüznü yayarken depresif bireylere de hastalıklarını “sevap”, “hikmet” olarak algılayabilecekleri bir zemin sunabilir. Dinlere sızmış hurafe ve hayaletlerle dolu anlayış, sayısız obsesyonel/fobik inanç, orijinal dini maskeleyebilmektedir. Zira eğitim düzeyi zayıf kitleler için, “büyükler ne derse ona inanmak” araştırmaktan çok daha konforlu bir yoldur.
Mistisizm: Yavaşlığın konforu
Aşırı dünyevileşmeye ya da hırs dolu çalışmaya tepki olarak ortaya çıkmış içe dönük yaşam, dünyayı ya da kendini önemsizleştirmeyi, vazgeçme kültürünü desteklemiştir. Uzak Doğu inançlarında baskın olan Mistisizm tüm dinlerin içerisinde vardır.
Dünya tarihinde tarikatlar, 12. yüzyıla kadarki türbülansta çekim merkezleri olmuş ve sonrasında uzun bir sessizliğe bürünmüşlerdir. 18. yüzyılla hızlanan toplumsal kargaşa, karamsarlık ve ümitsizlik atmosferinde işlevsel ve reaksiyoner niteliklerini yeniden kazanan tarikatlar, çöküş ve yozlaşmaya bir tepki iken zaman içinde yozlaşmanın parçası olmaktan uzak kalamamışlardır (Taş & Güvendi, 2020). Mehdi, Mesih, peri, büyü, keramet, hayalet, alamet gibi kavramlar, itiraz edenin kafir ilan edilebildiği, insanların hayatını etkileyebilen öznel, flu kavramlardır.
Mistiklik bazen miskinlikle örtüşerek, patolojik davranış ve anlatıları kutsayabilmektedir. Mistiklerde gözlenen algısal değişikliklerin psikoz sanılması kadar psikozun “ermişlik” sanılması da dramatik sonuçlar doğurabilmektedir.
Cemaatler
Türkiye’de yaşam biçimleri benzeşen insanlar ister dini ister seküler olsun “cemaat” formunda kümelenmiş ve ötekilere yabancılaşmıştır. Dini cemaatler de iyilikte yarışma ilkesiyle yola çıkmış, ruhsal/sosyal yardımlaşma örnekleridir. Ne var ki denetimsizlik ve güç, doğal olarak dejenerasyonu ve dolayısıyla huzursuzluğu besleyebilmektedir.
Kimi gruplar başka hiç kimseye karşı kullanmadıkları “kafir, mürtet, dinsiz, zındık, sapkın, hain” gibi ifadeleri diğer dini gruplara karşı hoyratça kullanabilmektedir. Kimi dini grupların su-i zan, yaftalama, haset, gıybet, yalan, iftira gibi İslam’ın en sert biçimde yasakladığı yöntemleri kullanması, meselenin dini olmaktan çok öfke ve çıkar kaynaklı olduğunu düşündürmelidir.
Din adına şiddetin meşrulaştırılması, İslam dünyasının gelişimini ve zihin kimyasını altüst etmiştir.
Şiddet ve istismar içeren söylemler, Batı’da hukuk, rasyonalizm ve sekülerizmle birlikte azalmıştır.
Türkiye: Önyargıların savaş alanı
Yüzyıllarca sürmüş yenilgilerin, kayıpların, yoksulluk ve cehaletin eseri olan gerilimler, otoriter tutumlar, adil paylaşmaya susamışlık, düş kırıklıkları, travmalar, kutuplaşma ve çatışmanın zeminini oluşturdu; bu zemin gelişimimize, kültürümüze ve ruh sağlığımıza ağır hasar verdi.
Değer yargıları, dünyayı algılayışı ve siyasi tercihleri ile birbirinden ayrışmış iki farklı toplumsal yapı oluştu (Çarkoğlu & Toprak, 2006). New York Times’ta yer alan bir başlık sarsıcıydı: “Ne keder (Büyük Ankara katliamı) ne de zafer (Nobel Kimya ödülü) birleştirdi Türkleri’’.
Kapalı devre iki toplumlu yapılanma içinde uzlaşmayı küçümseyen uç unsurlar, toplumsal barışı dinamitledi. Barış içinde yaşamayı arzulayan geniş kitleler korku ve umutsuzluğa kapıldı. Hala geçmişteki liderlerin hangisinin daha üstün olduğu kavgasını veren bir entelektüel sığlık içindeyiz.
İnsanları sevmek ve hoşgörülü(!) olmamız için tek şartımız var: “bizden olmaları”. Diğerini anlamaktan çok, ideolojik bir zıtlaşma dili, irrasyonel-duygusal tepkilerle dolu “kurban” psikolojisi. Bu kör döğüşü dünyamızı ve ruhumuzu karartmaktadır. Dünya Mutluluk İndeksi’nde 146 ülke arasında 112. (Kemp, 2021), En Öfkeliler Skalası’nda ise 8. sıradayız (Gallup, 2019).
Türk toplumu, Osmanlı’nın son döneminden bu yana her iktidar döneminde kısa özgürlük dönemleri tattı. Ne var ki hızla otoriterleşen yönetimlerle “travma-kutuplaşma” sarmalında yaşayan bir toplum üretildi. İnsanların “yaşamak için susması”, boyun eğmesi, neşesiz, güvensiz bir toplum doğurdu. Etkin bir hukuk sistemi ve sağlıklı kurumlar oluşturamayan az gelişmiş ülkelerde otoriterlik el değiştirerek devam etmektedir.
İDEOLOJİLER: MODERN DİNLER
“Hayatımız bizim olan tek şeydir” (Ortega)
Modern zamanlarda militarism, faşizm, teknolojizm, nasyonalizm, tüketim çılgınlığı, fundamentalizm, new ageizm, çilecilik ve psikolojizm gibi “yalancı din”lerin yükselişine tanık olduk (Drazenovich & Kourie, 2010).
İdrakimize giydirilen deli gömlekleri (Meriç, 2004) olan ideolojiler, genelde kaygılı ve özgüvensiz kişileri büyüleyerek (Stone Schaffner, 1988), tuhaf peygamberleriyle birlikte geçip gittilerse de kendi başına var olamayan bireylerde varlıklarını hala sürdürmektedir.
Adil bir dünyanın olmadığı ve asla olmayacağı gerçeği, “ezilenlerin ya da öfkenin dini” olarak ideolojileri üretti. Ruhbanları aracılığı ile sert-acımasız bir süper ego, sayısız “hain” ve “dönek”, ölçüsüz suçluluk duygusu oluşturdu, acımasızca kan akıtıldı. İdeolojiler yerleşik düzenleri salladı ama her devrim yalnızca yeni diktatörler doğurdu.
MODERNİZM: KÜRESEL KÜLTÜR/ SOSYAL MEDYA
Geçiş kültürlerinde küreselleşme, kültürel etkileşim ve kültürsüzleşme, savunmacı ve fundamentalist değerleri artırdı. Geleneksel destek sistemleri sarsıldı, aynı aile içinde bile kültürel farklılaşmışlık, çatışma, huzursuzluk ve ruhsal sorunlar doğdu (Bhugra, 2014).
Gitgide daha fazla hissedilen yıkıcı rekabet, tüketim hırsı, gelir uçurumu ve bireycilikle plastik ve narsistik bir çağı yaşamaktayız. Referansları olmayan, ürkütücü bir özgürlük yanılsaması. Gerçek olay ve insanlara değil medyadaki imajlara maruz kalmaktayız.
Dünya nüfusunun %53’ünün kullandığı sosyal medya (Kemp, 2021), haber alma ve bireysel özgürlüğü genişletirken, yanlış bilgi akışları, algı operasyonları, bilgi hırsızlığı, suç, terör, nefret söylemleri, mitler, yalan ve spekülasyonlarla yüklü ürkütücü bir ormandır (Fuchs, 2016). Sosyal medya aynı zamanda bilgi ve gürültü kirliliği, şaşırtıcı bakış açıları, yarış, kıyaslama, şov ve tüketim odaklı yapısı ile yapay varlıkların rol model olduğu bir “zombi”leşme arenası, bağımlılık, dikkat dağınıklığı, depresyon ve anksiyete kaynağıdır (Keles vd., 2020).
Modern zamanlarda sosyal bağların sanal aleme kaydığını, gerçeğin yerini algıya bıraktığını, sahiciliğin, dayanışmanın, barışın birer tören cümlesine dönüştüğünü yakından izliyoruz. Yeni yüzyılın eteklerinde postmodernitenin, gerçek ötesinin rüzgarında savruluyoruz.
POSTMODERNİZM: KAHRAMANSIZ YAŞAMIN RAHATLIĞI
“Hepsi de uyar!”
İkinci Dünya Savaşı sonrası sahne alan Postmodernizm, sanat, edebiyat ve bilimsel etikle ilgili inançların ve iyimserliğin kayboluşunu temsil eder: her şeyi ve herkesi eleştirme, hiçbir şeyi “doğru”lamama, kuralsızlık ve ilkesizlik. Post-modern bilincin özellikleri: boşluk, karamsarlık, duygusuzluk, kuşkuculuk olarak tanımlanabilir (Vattimo, 1988). Geleneğin sınırlarını yıkarken, sağlıklı bağları da koparmakta mıyız?
Kahramanların sıradan insanlardan farksızlığını vurgulayan postmodernizm, “büyük anlatılara”, “büyük projelere”, “büyük ilkelere”, “Batı kültürüne” itirazdır. Postmodernizm, akılcılık, pozitivizm-nesnel gerçeklik ve değer sistemlerinden öteye evrensellik, özgürlük gibi kavramların da kutsallığını reddeder. Yalnızca ahlakı değil bilimi de göreceleştirip self-referanslılığı esas alır. Postmodern çağ, çelişik bilgilerle zihni dolmuş bireylerin öne çıktığı, parçalanmışlık hissi ve ruhsal krizler sunan bir dönemdir (Bessa vd., 2016).
Postmodern çağa geçişin eşiği mal üretiminden bilgi ve hizmet üretimine geçiş oldu. İstihdamdaki değişimin örneği, “esnek çalışma” kıvraklığıyla mesai düzeninin ortadan kalktığı, hafta sonu, gece de uygulanan “esnek sömürü” modelidir. İş güvencesinin ortadan kalktığı istikrarsızlık, belirsizlik ve çatışma, kaos veya rastgelelik postmoderniteyi en iyi tanımlayan kavramlardır. Kültürle beraber düzen, yapı ve dengenin yok oluşu.
Çağın en önemli sorunu, değişimin baş döndürücülüğüdür. Hızlı değişim, korku, şaşkınlık ve kararsızlık üretiyor: Alışkanlık ve kurallar, kısa sürede tedavülden kalkıyor, ‘‘ruhlarımız arkada kalıyor’’. Süper egoyu yumuşatırken vicdanı öldürüyor muyuz?.
KAYNAKLAR
Abdel-Khalek, A. M. (2007). Religiosity, happiness, health, and psychopathology in a probability sample of Muslim adolescents. Mental Health, Religion & Culture, 10 (6), 571–583. https://doi.org/10.1080/13674670601034547.
Anuradha. S, Kumar RU (2020). Effects of Oppression on Mental Health. European Journal of Molecular & Clinical Medicine. 7: 4902-4905.
Aşkın R. (2007). Kronik Depresyon. Psikiyatri temel kitabı. HYB Basım Yayın.
Behere, A. P., Basnet, P., Campbell, P. (2017). Effects of Family Structure on Mental Health of Children: A Preliminary Study. Indian Journal of Psychological Medicine, 39(4), 457–463. https://doi.org/10.4103/0253-7176.211767.
Balodhi, J. P. (1987). Constituting the outlines of a philosophy of ayurveda: Mainly on mental health import. Indian Journal of Psychiatry, 29, 127–131.
Bessa, Y., Brown, A., & Hicks, J. (2016). Postmodernity and Mental Illness: A Comparative Analysis of Selected Theorists. American International Journal of Contemporary Research, 3(4).
Bhugra, D. (2014). Globalization, culture and mental health. International Review of Psychiatry, 26(5), 615–616. https://doi.org/10.3109/09540261.2014.955084
Çarkoğlu, A., & Toprak, B. (2006). Değişen Türkiye’de din, toplum ve siyaset. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı.
Drazenovich, G., & Kourie, C. (2010). Mysticism and mental health: A critical dialogue. HTS Teologiese Studies / Theological Studies, 66(2). https://doi.org/10.4102/hts.v66i2.845
Eshun, S., & Gurung, R. A. R. (2009). Culture and mental health: Sociocultural influences, theory, and practice. Wiley.
Fuchs, C. (2016). Sosyal medya. Eleştirel bir giriş. Çev. Saraçoğlu D, Kalaycı İ. NotaBene Yayınları.
Gallup, Inc. (2019). Gallup 2019 Global emotions report. https://www.gallup.com/analytics/349280/gallup-global-emotions-report.aspx
Goffredo, B&Simon, D. (2007). Religion and mental health. In: Culture and mental Health. A comprehensive textbook. Bhui K, Bhugra D. eds. Edward Arnold (Publishers) Ltd: 47-53.
Gurung, R. A. R. & Andela, R-W. (2009). Stress and Mental Health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung eds. Culture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.
Helliwell, J. F., Layard, R., Sachs, J. D., De Neve, J.-E., Aknin, L. B., Wang, S. (Eds.). (2022). World happiness report 2022. New York: Sustainable Development Solutions Network.
Hofstede, G. (1984). National cultures and corporate cultures. In L. A. Samovar & R. E. Porter (Eds.), Communication between cultures. Belmont, CA: Wadsworth.
Husain, N., Gater, R., Tomenson, B., & Creed, F. (2004). Social factors associated with chronic depression among a population-based sample of women in rural Pakistan. Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 39(8). https://doi.org/10.1007/s00127-004-0781-1
Johnson, L. A., Bastien, G., & Hirschel, M. J. (2009). Psychotherapy in a culturally diverse world. Wiley-Blackwell EBooks, 115–148. https://doi.org/10.1002/9781444305807.ch7
Keles, B. Y., McCrae, N., & Grealish, A. (2020). A systematic review: the influence of social media on depression, anxiety and psychological distress in adolescents. International Journal of Adolescence and Youth, 25(1), 79–93. https://doi.org/10.1080/02673843.2019.1590851
Keller, M. B., Klein, D. N., Hirschfeld, R., Kocsis, J. H., McCullough, J. P., Miller, I. W., First, M. B., Holzer, C. E., Keitner, G. I., Marin, D. B., & Shea, T. (1995). Results of the DSM-IV mood disorders field trial. American Journal of Psychiatry, 152(6), 843–849. https://doi.org/10.1176/ajp.152.6.843
Kemp, S. (2022). Digital 2021: Global overview report. DataReportal – Global Digital Insights. https://datareportal.com/reports/digital-2021-global-overview-report
Kinderman, P., Schwannauer, M., Pontin, E., & Tai, S. (2013). Psychological processes mediate the impact of familial risk, social circumstances and life events on mental health. PLOS one, 8(10), e76564. https://doi.org/10.1371/journal.pone.0076564
Lester D. (2009). Culture and suicide. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and mental health sociocultural influences, theory, and practice. Blackwell Publishing Ltd. 35-54.
Markey Hood MA, Jillon S. Vander Wal, and Judith L. Gibbons (2009). Culture and eating disorders. Sussie Eshun & Regan A. R. Gurung (eds). Culture and mental health sociocultural influences, theory, and practice. Blackwell Publishing Ltd. 35-54.
Meriç, C. (2004). Bu ülke. İletişim Yayınları.
Mevlâna Celaleddin Rumi (2016). Mesnevi. Akçağ Yayınları.
Miranda, D., & Claes, M. (2007). Musical preferences and depression in adolescence. International Journal of Adolescence and Youth. https://doi.org/10.1080/02673843.2007.9747981
Mossakowski, K. N. (2008). Dissecting the influence of race, ethnicity, and socioeconomic status on mental health in young adulthood. Research on Aging, 30(6), 649–671. https://doi.org/10.1177/0164027508322693
Gazete Vatan (2021). Ne keder ne zafer birleştirdi Türkleri! https://www.gazetevatan.com/gundem/ne-keder-ne-zafer-birlestirdi-turkleri-873631
Prasadarao P.S.D.V. (2009). International perspectives on culture and mental health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and mental health. Sociocultural influences, theory, and practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.
Priester PE, Shiva Khalili, and Jose E. Luvathingal (2009). Placing the soul back into psychology: Religion in the psychotherapy process. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and mental health. Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.
Rank O. (2017) Doğum Travması. (Çevirmen Sabir Yücesoy). Metis Yayıncılık.
Regan A. R. Gurung., Angela Roethel-Wendorf (2009). Stress and mental health. Sussie Eshun and Regan A. R. Gurung (eds). Culture and mental health sociocultural influences, theory, and practice. Blackwell Publishing Ltd.: 35-54.
Sam, D. L., & Moreira, V. (2012). Revisiting the mutual embeddedness of culture and mental illness. Online Readings in Psychology and Culture, 10(2). https://doi.org/10.9707/2307-0919.1078
Sartorius N. Foreword (2007). Culture and mental health: A comprehensive textbook. Bhui K, Bhugra D. (eds). Edward Arnold (Publishers) Ltd: 15-16.
Simon KM, Michaela Beder, Marc W. Manseau (2018). Addressing poverty and mental illness.Psychiatric Times, 35(6).
Stone, W. F., & Schaffner, P. E. (1988). The Psychology of Politics (2nd ed.). Springer.
Sullivan, H. S. (1968). The Interpersonal theory of psychiatry. W. W. Norton Company.
Sümer, N., Aktürk, E. G., & Helvacı, E. (2010). Anne-baba tutum ve davranışlarının psikolojik etkileri: Türkiye’de yapılan çalışmalara toplu bakış. Türk Psikoloji Yazıları-TPD, 13(25), 42–61.
Taş, K. & Güvendi, T. (2021). Din ve dünyevileşme bağlamında Türk toplumunda tarikat ve cemaatler.Tabula Rasa: Felsefe ve Teoloji, (34) , 29-34
Taylor, S. E. (2012). Tend and befriend theory. In P. A. M. Van Lange, A. W. Kruglanski, & E. T. Higgins (Eds.), Handbook of theories of social psychology (pp. 32–49). Sage Publications Ltd. https://doi.org/10.4135/9781446249215.n3
TBMM. (2005) Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. https://www.tbmm.gov.tr › sirasayi › donem22 › yil01
Vattimo, G. (1991). The end of modernity: Nihilism and hermeneutics in postmodern culture. Amsterdam University Press.
World Health Organization. (2022). World mental health report: transforming mental health for all. https://www.who.int/publications/i/item/9789240049338
şu sıralar araştırma yapıyordum bu paylaşımla karşılaştığım iyi oldu sağ olun
Detaylı bir içerik olmuş. Üstelik de akıcı. Teşekkürler
Detaylı bir makale olmuş. Baştan sona okudum ve karşılaşmış olduğum için de mutluyum. Teşekkür ederim.