“Hüsranlardan arta kalan”

OSMANLI’DAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE

“Hüsranlardan arta kalan”

29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilir, Gazi Mustafa Kemal, Meclis tarafından oybirliği ile Cumhurbaşkanı seçilir. Hemen ertesi gün 30 Ekim 1923’te silah arkadaşı İsmet İnönü’ye kendi el yazısıyla yazdığı mektupta “işlerinin kolay olmadığını” şu ifadelerle anlatır: 

Bize kalan miras, geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan. Fakir bir köylü devletiyiz. Her yerde tefeciler halkı eziyor.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az.

Dört bin kilometre demiryolunun bir metresi bile bizim değil.

Köylümüzü topraklandırmalı, bir çift öküz ve bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.

Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz.

Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz.

Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var.

Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.

Üç milyon insanımız trahomlu.

Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde, bit ciddi sorun.

Nüfusumuzun yarısı hasta.

Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor.

Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgelerde ve önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok.

 Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik ancak İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Antlaşması ve ardından diğer Batılı devletlerle imzalanan benzer antlaşmalar gümrük duvarlarını büyük ölçüde kaldırdı. Osmanlı pazarları ucuz ve düşük kaliteli Avrupa ürünlerinin işgaline uğradı, yerli ürünler piyasadan silindi. Bu süreç önce ticaret ve sanayimizi, ardından devletin maliyesini ve sonunda devleti çökertti.

Osmanlı devleti, 1800’den 1918’e kadarki 118 yılın 53 yılını savaşlarla geçirdi. Ülke yanıp yıkıldı. Anadolu dışında kalan insanlar sırtlarında birer çuvalla, yarısı yollarda kırılarak büyük göç dalgaları halinde Anadolu’ya sığındı. Trablusgarp’la başlayan ve Kurtuluş Savaşı ile biten son savaş dönemi toplam 12 yıl sürdü.

Osmanlı bütçesinin aslan payı Avrupa’ya olan borçlara (Düyunu Umumiye) ve savunma harcamalarına gidiyordu. Kişi başına düşen gelir Batı Avrupa’nın onda biri, Bulgaristan ve Yunanistan’ın beşte biri kadardı. Avrupa sanayileşmiş, Osmanlı tarım devleti olarak kalmıştı.

İttihat ve Terakki, hep asker/memur olma özlemi çeken halkı üretici olmaya, ticarete, sanata teşvik etti. Hemen her alanda yurtdışına öğrenciler gönderildi. Bu yolla Şükrü Saraçoğlu’dan, İbrahim Fazıl Pelin, Hasan Saka, Mustafa Şekip Tunç, Avni Lifij ve Çallı İbrahim’e kadar Cumhuriyet’in sayılı bilim ve sanat insanları yetişti. Cumhuriyetçi kadroların çoğu İttihatçı idi.

6 Temmuz 1914 tarihinde Meclise sunulan bütçede devletin toplam gideri 34 milyon lira, eğitime ayrılan miktar sadece 500 bin lira, kibrit ithaline ayrılan ödenek ise 200 bin liraydı!

Temmuz 1914’te Birinci Dünya Savaşı patladığında ülkeyi yönetenler, padişahı kenara itmiş, siyaseten cahil bir kadroydu. Enver Paşa, Mustafa Kemal’i ve diğer savaş karşıtı komutanları istemiyordu zira “Savaşa girmezsek İngiltere ve Rusya bizi parçalayacak!” düşüncesindeydi.

Birkaç ayda bitecek sanılan Büyük Savaş dört yıl sürdü. Tarihin o güne kadar gördüğü bu en kanlı savaşta yaklaşık 40 milyon insan can verdi. Biz de 60 bini sadece Sarıkamış taarruzunda olmak üzere 325.000 askerimizi şehit verdik.

Osmanlı’nın bunları kaldıracak takati yoktu ve savaş bittiğinde (1918) “dokunsan yıkılacak haldeydi”. Ülkeyi savaşa sokan kadro kendi güvenlikleri için birer ikişer ülkeyi terk etti, pek çoğu yabancı ülkelerde, suikastlarda hayatlarını kaybetti. 13 Kasım 1918 ve 4 Ekim 1923 arasında İstanbul, beş yıl boyunca İngiltere ve diğer İtilaf Devletlerinin işgali altında kaldı.

İngiltere ve müttefikleri Suriye, Irak ve Kudüs’ü işgal etti. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi, 10 Ağustos 1919’da çok ağır şartlar dayatan Sevr Antlaşması imzalandı. Millî Mücadele zaferle sonuçlanınca 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması yapıldı.

Türk aydınlarının en yiğit, idealist ve eğitimlileri gittikleri cephelerden geri dönemedi. Ekonomi tümden harap oldu. Ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştı. Hayvan ve erkek bulunmadığı için kağnı ve sabana kadınlar koşuldu.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 5-10 sanayi işletmesinin yanı sıra Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, ilkokuldan üniversiteye her türden okullar, ordu, parlamento, siyasî partiler, itfaiye, posta, jandarma ve polis teşkilâtları, spor kulüpleri, Kızılay, Yeşilay, Ziraat Bankası, gazeteler, Osmanlının borcu, Osmanlının bayrağı, çok sayıda kanun miras olarak kaldı. Cumhuriyet bu miras üzerinde yükseldi. Mustafa Kemal Paşa, Enver, Fevzi, Karabekir Paşalar bu devrin çok iyi yetişmiş kurmaylarıdır ancak birer subay olarak coğrafyaya ve dünya siyasetine vakıf değildiler.

Osmanlıda, Tanzimat’ı takiben açılan yabancılara ait okullarla birlikte bir kısmı Avrupa’da eğitim gören bürokrat-aydın kuşağın temsilcileri 1980’li yıllara kadar ülkenin seçkinlerini oluşturdu. Hâkim kültür Fransız kültürü idi.

Osmanlıda Hristiyanlar uzun yıllar askerlikten muaf oluşları, dış dünya ile bağlantıları ve yabancı ülkelerce korunmaları, kapitülasyonlardan sağladıkları kazanımlar, matbaayı Müslümanlardan yüz elli yıl önce kullanmaya başlamaları ve etkin eğitim kurumlarına sahip olmaları gibi avantajlarla ülkede hâkim unsur oldular. Batılılaşma yolunda gayrimüslimler aktif rol aldı.

Mustafa Kemal Atatürk, Mersin gezisinde şehirde gördüğü büyük binaların kime ait olduğunu soruyordu…

“Bu köşk kimin?”

“Kirkor’un…”.

“Ya şu koca bina?”

“Yargo’nun…”.

“Ya şu?”

“Solomon’un…”.

Atatürk öfkeyle:

“Onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz?”.

Toplananlar arasından bir köylünün sesi duyuldu:

“Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda, Arnavutluk Dağları’nda, Kafkas’larda, Çanakkale’de savaşıyorduk Paşa’m!”.

Atatürk, bu hatırasını anlatırken şöyle dedi:

“Hayatta cevap veremediğim yegâne insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur…”.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devredilen, burjuvazi, sermaye ve girişimcilik değil devletçilik ve memuriyettir; ne yazık ki bu hala en iyi koruduğumuz sermayemizdir(!).

Osmanlı istatistiklerine göre 1912 yılında sanayiinin yüzde 48’i Rumlara, yüzde 30’u Ermenilere, yüzde 10’u diğer azınlıklara ve sadece yüzde 12’si Türklere aitti!

Cumhuriyetin ilk hedefi, öylesine mütevazı idi ki sadece üç beyazda, un, şeker ve pamukta ülkeyi kendine yeter hale getirmekti ve bu başarıldı.

Prof. Dr. Rüstem Aşkın
Yüzyılın Hikayesi (Kitap)

Culture and Mental Health: a Turkish perspective

Early Online

The European Research Journal 2022 DOI: 10.18621/eurj.1081253

Review

Psychiatry

Culture and mental health: a Turkish perspective

Rüstem Aşkın

Department of Psychology, Istanbul Ticaret University, Faculty of Humanities and Social Sciences, Istanbul, Turkey

ABSTRACT

Culture and mental health are intertwined concepts. Culture should be regarded as the set of distinctive, spiritual, material, intellectual, and emotional properties of a society or a social group, encompassing lifestyles, ways of living together, value systems, traditions, and beliefs, in addition to art and literature (UNESCO, 2002). Culture consists of different components, including ethnicity, race, religion, age, sex, family values, and the location of the country. It should also be noted that culture is not a static phenomenon. Defining a culture specific to a certain ethnicity, country or region is often not a realistic approach. Many factors, such as the location of a certain city of a country or a certain region of the said city, as well as the inhabitants’ occupational, economic and family positions, have an impact on lifestyles. Globalization, migration, acculturation, assimilation and transition cultures create significant heterogeneity in the very same society. Mental health can be defined as a state of balance that individuals experience both intra-personally and also with other people within their environment. In modern times, we have come to witness that the world we live in transforms at a speed that is challenging to human nature, rapid changes destroy the usual patterns, social ties evolve into ties established in the virtual world, perception replaces reality, and artificial intelligence-like elements turn into new management tools. The spirit of the new century, while flattering human instincts, compresses authenticity,

Colidarity and peace into ceremonial sentences. Keywords: Culture, mental health, Turkish perpective

 

Culture and mental health are intertwined concepts (1). Culture should be regarded as the set of distinctive, spiritual, material, intellectual, and emotional properties of a society or a social group, encompassing lifestyles, ways of living together, value systems, traditions, and beliefs, in addition to art and literature (UNESCO, 2002). Culture consists of different components, including ethnicity, race, religion, age, sex, family values, and the location of the country (2). It should also be noted that culture is not a static phenomenon.

Defining a culture specific to a certain ethnicity, country or region is often not a realistic approach. Many factors, such as the location of a certain city of a country or a certain region of the said city, as well as the inhabitants’ occupational, economic and family positions, have an impact on lifestyles. Globalization, migration, acculturation, assimilation and transition cultures create significant heterogeneity in the very same society.

Mental health can be defined as a state of balance that individuals experience both intra-personally and also with other people within their environment (3). In modern times, we have come to witness that the world we live in transforms at a speed that is challenging to human nature, rapid changes destroy the usual patterns, social ties evolve into ties established in the virtual world, perception replaces reality, and artificial intelligence-like elements turn into new management tools. The spirit of the new century, while flattering human instincts, compresses authenticity, solidarity and peace into ceremonial sentences.

Multi-channel, rapid flow of information and changes in family structure and values are dazzling even for people a generation ago. Right at the turn of the new century, we are blown away by the winds of postmodernity, that is, an era “post truth”.

DEMORALIZATION 

It is a subjective feeling of inadequacy and restlessness, a state of boredom, weariness, powerlessness, and discouragement. Current issues, stress, speed, and loneliness are often frustrating. Therefore, not surprisingly, stress is one of the top health risks of the 21st century.

Sometimes, culture can also be a stressor of psychopathology and can activate mental problems in individuals who have a predisposition to a mental pathology (4). Common causes of demoralization include belonging to disadvantaged classes, poverty, violence, unemployment (5) and authoritarianism (6). The “tend and befriend” attitude is suggested to have evolved as a typical female response to stress (7).

CHRONIC DEPRESSION 

Chronic depression is a long-lasting, fluctuating, low-intensity state of depression that a person experiences as a part of their usual self. Such cases, where the disease/health boundary is not clear, present mental health professionals with a challenge: mental problems intertwined with or originating from personality pathologies and resistant to treatment or even diagnosis (8).

Although its prevalence in the society is limited (9), chronic depression turns into a lifestyle, sometimes a subculture element, and overlaps with human unhappiness. Chronic depression is fairly common in individuals who are exposed to social stress and have a low education level (10).

It can be said that in most cultures, individuals prone to depression at times form a subcultural group or gather in such groups. Since individuals in such situations do not seek help, the gravity of the problem is overlooked. The mental well-being of those who belong to groups of satanism, nihilism, anarchism, political and social violence, as well as followers of arabesque and some metal music, is always controversial. Listening rates of music that imposes violence, aggression, discrimination, nothingness/nihilism can provide clues about the prevalence of psychological problems in the society (11).

ROADS TO THE BLUES…

FIRST TRAUMA/ FIRST PAIN

The arrival in a cold and hostile world from a warm and sheltered mother’s womb is defined as a traumatic separation by some psychoanalysts (12). Mystics talk about the sadness of being cut off from God and thrown to earth. Sufi philosopher Rumi uses the moaning sound of Ney, which was plucked from the reed, as a metaphor for this pain (13).

FAMILY: GREAT ADVANTAGE, GREAT RISK

While healthy families are a reliable and indispensable line of defense for their members, broken and restless families create significant mental and behavioral problems in children (14).

In our strongly traditional society, families’ devotion to their children is widely applauded, however, this exaggerated attention can impair the child’s individuation as well as coping abilities. Children’s mental health is adversely affected not only by those who are oppressive and disciplined, but also by families who make an effort to ensure that their children do not “stand on their own legs” (15). This can result in children transform into people who cannot live on their own, who cannot make decisions, who cannot take on responsibilities, who are insecure, weak, and sometimes prone to crime.

The attitude of first glorifying children and later complaining about them is a common Turkish family attitude.

EXPECTATIONS…

Globalization and unlimited communication possibilities raise people’s expectations in terms of better living standards. The resulting inconsistency between desires and reality increases the tension. Cultural imperialism, human-made disasters have a potential tsunami effect on our lives. Some real, some distorted consumption displays are reflected to the public, and these can cause new feelings of disappointment, self-pity or anger in some people every single day. Young people and adolescents are the most at risk in today’s era of rapid communication and change, so to speak, they are on a knife-edge in this regard.

Poverty can be a clear cause of depression through triggering social stress (16). The most suitable segment of society for individuals to feel peaceful, balanced and comfortable is known to be the middle class. On the other hand, most people in vulnerable socio-economic segments are also able to protect their mental health by accepting the conditions in which they were born and raised, by showing solidarity and having realistic and small expectations (8).

RELATIONS, TRADITIONS

Values, sincere human relationships and the effect we have on others always have a significance in terms of mental health. The determinant effect of the rule “it’s other people that make people sick” (17) is increased in societies where tolerance and altruism are minimized.

Urbanization negatively affects family structure and support systems. In societies where people’s trust in one another is severely damaged, we see that this mental support too, which is of great importance, diminishes. All practices that do not prioritize trust and respect for people are irritating and lead to “diseases/disturbances”.

Cultures and traditions play an important role in identity formation. The middle classes have so far carried the tradition with moderate and humane interpretations. In traditional societies, however, this human intimacy may carry the risk of “lack of ability to keep the appropriate distance”, in addition to the psychological benefit it provides.

Solid and irrational cultural-traditional elements can darken the atmosphere in which people live and create an intense spiritual pressure on them. Sexism is practiced with incredible normality and inhumanity in some regions where the means of claiming rights are limited. For women in these places, spiritual growth is out of the question. In particular, the double standard of “honor” code of ethics produces appalling results (18).

Pathological thoughts of guilt and sinfulness may diminish as traditions move to a more rational and gentle plane. In our culture, the depressive personality profile focused on self-sacrifice and the love, wishes and expectations of others overlaps with the definition of being a “good person”.

The weakening of moral values was leveled off by the strengthening of law in the West. In underdeveloped countries, however, the law has only been the demand of the weaker groups. Therefore, legal or moral values have remained valid and important only for those with little power.

From a generalist point of view, it can be said that helplessness, dependence, resignation, emotionality and a structure of a “communion” come to the fore in Eastern societies, while self-confidence, ambition for success, independence, objection, rationality and individuality are dominant elements of culture in Western societies.

RELIGIONS AND IDEOLOGIES

Religion can produce many mental health-enhancing cognitions. Moreover, it is often protective against alcohol, substance abuse, and stressful life events that are more commonly seen in the secular world. However, some religious beliefs, such as Catholicism and Judaism, impose guilt in ways that negatively affect mental health. Some religious groups may downplay psychological treatments and interpret these diseases as God’s punishment, leading to devastating results for individuals (19).

Some delusional symptoms and compulsive rigidities can be considered as signs of “religiosity” and can have devastating consequences in terms of religion as well. Today, shamanistic practices such as contact with the jinn, casting spells, incense-amulets have turned into a tool for exploiting mental problems. Mystical, mysterious, and sometimes pathological approaches that equate ignorance with belief can confuse people and thus lead them to devalue ways of seeking scientific remedies.

The unhealthy way of interpreting the verses of the Qur’an for one’s own self and the verses of punishment for others is the most harmful epidemic in the Islamic world. Radical/fanatic groups can make religion a tool of separation, polarization and conflict rather than a unifying one. It is possible to call this the “personalized or grouped” form of religion. In every age, many greedy and some mentally ill people who claim to speak for God have used the concept of “sin” as a stick to psychologically beat people, instilling despair, fear and distrust into them.

LETTING RELIGION INTO THE WAILING

As in Christianity and Judaism, mourning and grief formed the basis of religious life in some Islamic sects. These groups practice their religion within a sadness that could be found in a funeral. Constantly cited traumas instill a “no laughter” culture in religious people. The saying, which is part of our culture, “to make honey out of pain” is actually a cry from the nooks of traumatic centuries.

The “afflicted” approach not only predisposes people to depression, but also offers depressive individuals an attractive ground where they can perceive their illness as “good deeds”.

Hundreds of obsessional/phobic rituals infiltrating religions, filling and clamping life with superstitions and ghosts, can mask the original religious thought.

Hymns, in the form of bad and intensified adaptations of arabesque music, create a deep belief confusion in people, along with arbitrary approaches that distort religious messages with subjective elements of personalities or politics. After all, for a society with a poor education level, it is much more comfortable to “believe what the elders say” than to actually research it.

How sad it is that people of the same religion call killing each other jihad (!)

MYSTICISM: THE COMFORT OF SLOWNESS

Mysticism exists in all religions, but it is dominant in Middle Eastern and Far Eastern beliefs. Emerging as a reaction to an over-attachment to worldly life, it has fostered a culture of renunciation, and of trivializing the world or oneself.

Mysticism sometimes can overlap with laziness, and bless pathological behaviors and folk narratives. Both to consider perceptual changes observed in mystics as psychosis and to consider psychosis as a “saintliness” can lead to dramatic results.

Until the 12th century, the sects have been the centers of solution in the political, economic and social turmoil in the majority of the world. From the eighteenth century onwards, with the acceleration of social turmoil and the creation of an atmosphere of pessimism and despair, the sects regained their functional and reactionary qualities. Although the sects were originally a reaction against the collapse and corruption, they could not stay away from being a part of the corruption themselves (20).

Concepts such as Doomsday, Mahdi, Messiah, fairies, spells, miracles, ghosts, and omens are subjective and vague concepts, to which those who object can be declared as unbelievers. Some people may leave their school, work or home due to scheduled doomsday scenarios.

RELIGIOUS COMMUNITIES/SECTS

Whether religious or secular, people with similar lifestyles in Turkey are positioned in different “communities” and are alienated from others.

Religious communities are also examples of extraordinary spiritual and social support that emerged with the principle of solidarity in goodness. Naturally, excessive empowerment/growth of these groups can also increase degeneration, thus feeding external or intrapsychic conflict instead of spiritual support.

Some communities have severely criticized approaches to religion that are different from their own. These groups can use cruel expressions such as “infidel, apostate, irreligious, profane, perverted, traitor” against other religious groups, despite not using these against anyone else. It is thought-provoking that in the struggle for power, some religious groups resort to ways that Islam deems as despicable as murder, such as blaming, stigmatizing, envy, backbiting, lying, slandering. What really happens is related to anger and self-interest rather than religion. The justification of violence in the name of religion has thrown the development and chemistry of the mind of the Islamic World into disorder.

Religious discourse with violence, abuse and confusion has decreased in the West due to rationalism and secularism.

IDEOLOGIES: MODERN RELIGIONS 

In modern times, we have seen the rise of “false religions” such as militarism, fascism, technology, nationalism, consumerism, fundamentalism, new ageism, asceticism, and psychologism (21)

Although ideologies, i.e. “straitjackets put on our intellect” (22), fascinated mostly anxious and insecure people (23) with their strange prophets and left, several mysterious types of faith still continue to exist with similar followers.

The fact that the world is unfair and will never be fair has turned ideologies into “the religion of the oppressed or the angry”. Through their own clergy, they developed a fierce and ruthless super-ego, declared countless “traitors” and “renegades”, instilled in people an excessive sense of guilt, and ruthlessly shed blood. They shook the established orders, but every revolution only spawned new dictators and oppressed every individual whether or not they were different from them.

TURKEY: THE BATTLEFIELD OF PREJUDICES

Centuries of defeats, losses, tensions that are remnants of poverty and ignorance, authoritarian attitudes, thirst for fair share, disappointments, traumas laid the groundwork for the language of anger and hatred, polarization and conflict. This ground seriously damaged both social culture and mental health of individuals.

The carriers of the original culture and traditions disappeared. Two different social structures were formed, separated from each other by their value judgments, culture, perception of the world and political preferences (24). In this vein, a headline in the New York Times was shocking: “In Grief (Great Ankara massacre) and in Triumph, (Nobel Chemistry prize) Turks Remain Divided” (25).

Extremist groups that despised reconciliation within a closed-circuit, bi-communal “community” network disrupted social peace. The broad masses of people who wanted to live together were frightened and in despair. We still live in a shallow intellectuality where we fight over which leader from the past is the most superior.

We have only one condition to love people and to be tolerant (!) towards them: they must be one of us. A language of political confrontation rather than understanding the other, a “victim” psychology full of irrational-emotional reactions… This blind fight darkens our world and our souls.

Turkish society has reached a partial level of democracy awareness with the short periods of freedom it has enjoyed in every ruling period since the foundation of the Republic. However, it has produced a society that operates with new tensions, restrictions of law and human rights and a spiral of “trauma-polarization” due to the administrations that soon became authoritarian. “Not speaking up in order to survive” behavior and submission create a joyless, insecure society. High masculinity shows its depressive effect in Turkey, as in many other countries (26).

Since an effective legal system and sound institutions have not been established, authoritarianism continues to change hands in Asian-Middle Eastern countries. This fuels sociopolitical conflicts and unrest (27).

MODERNISM: GLOBAL CULTURE/SOCIAL MEDIA

Globalization has rapidly blurred the traditional structure of culture. Especially in cultures in transition, rapid acculturation and deculturation caused a return to more defensive and fundamentalist values and increased tensions. Traditional support systems have worn down, and conflict, restlessness, and mental problems have increased between individuals who are acculturated and those who are not, even within the same family (28).

In today’s world, people are living in a plastic and narcissistic age that is increasingly associated with destructive competition, greed for consumption, income gap and individualism. A frightening illusion of freedom with no reference… We are no longer exposed to real events and people, but to images in the media.

According to 2021 statistics, 4.2 billion people are social media users, that is, 53% of the world’s population (29). While social media expands individual freedoms, especially the freedom to receive information, it is also an atmosphere that produces fear through false information flows, perception operations directed by different sources, information theft, crime, terrorism, hate speech, myths, distortions, lies and speculation (30).

Turkey ranks high in the world with up to eight hours of internet use per day (31). It is not very promising that the Turkish society is ranked 104th among 150 countries in the 2021 World Happiness Index (32), and 8th in the Most Angry list (33).

Social media use has been reported to be associated with depression and anxiety in youth and adolescents (34).

Social media affects our sleep, lifestyle and interpersonal relationships, as well as the addiction it creates, the constant distraction with hundreds of messages containing messy information every day, and the fact that it confronts us with problems all over the world. Social media is the world’s largest and most complex garbage dump with its information and noise pollution, surprising perspectives, and competition/comparison/show/consumption-oriented structure. At the same time, it is also an arena of “zombification” in which disidentification and plastic phenomena are role models.

In this regard, it is mandatory to take the social media education as a starting point for an evaluation.

POSTMODERNISM: THE COMFORT OF LIFE WITHOUT A HERO

“Anything goes”.

A new era began with the realization that heroes are no different from ordinary people. Postmodernism is an objection to Western culture and “grand narratives”, “grand projects”, “grand principles”. It rejects both rationality, positivism/objective reality, value systems and the sanctity of concepts such as universality and freedom. It relativizes not only morality but also science, and is based on self-reference.

Post-modernism emphasizes the disappearance of beliefs and optimism about art, literature and scientific ethics after the Second World War: criticizing everything and everyone, considering almost nothing as correct, being normless and unprincipled.

The characteristics of post-modern consciousness can be defined as emptiness, pessimism, apathy, skepticism (35).

The quest to loosen the restrictive bonds of tradition has put humanity under risk of breaking away from healthy bonds as well.

UNPRECEDENTED SPEED OF CHANGE!

 The most important problem of the age is the unprecedented change. The data produced in a single day in recent years is many times more than in the past. Those who dominate the data have also begun to dominate the societies.

We cannot find the time to adapt to this rapid change with our minds, habits and institutions. Many areas, including family, work, school, friendships, customs, trade, have shifted to very different areas. The habits and rules taught as recently as yesterday are falling into disuse in a very short period of time.

Rapid change produces fear and meaninglessness: “We went so fast that our souls are left behind.” I wonder if we completely broke the value system while trying to stretch values? Have we murdered our conscience while softening the super ego?

 

REFERENCES

1. Sam DL, Moreira V. The mutual embeddedness of culture and mental illness. Online readings in psychology and culture. Unit 10.2.; 2002. Retrieved from httb:// works.bepress.com/david_sam/27.

2. Eshun S, Gurung AR. Introduction to culture and psy- chopathology. In: Culture and mental health: Socio cultural in- fluences, theory and practice. Eshun S, Gurung AR. Eds. West Sussex: John Wiley & Sons, Ltd., Publication; 2009: pp.3-18.

3. Sartorius N. Foreword. In: Culture and mental health: a com- prehensive textbook. Bhui K, Bhugra D, eds.. Edward Arnold Ltd: London; 2007: pp.xv-xvı.
4. Gurung RAR, Andela R-W. Stress and mental health. In:. Cul- ture and Mental Health Sociocultural Influences, Theory, and Practice. Eshun S, Gurung RAR, eds., Blackwell Publishing Ltd: London; 2009: pp.35-54. Unprecedent Speed of Change!

5. Kinderman P, Schwannauer M, Pontin E, Tai S. Psychological processes mediate the impact of familial risk, social circum- stances and life events on mental health. PloS One 2013;8:e76564.

6. Anuradha. S, Kumar RU. Effects of oppression on mental health. Eur J Mol Clin Med 2020;7:4902-5.
7. Taylor SE, Klein LC, Lewis BP, Gruenewald TL, Gurung RA, Updegraff JA. Biobehavioral responses to stress in females: tend- and-befriend, not fight-or-flight. Psychol Rev 2000;107:411-29.

8. Aşkın R. Kronik Depresyon. Psikiyatri Temel Kitabı. HYB Basım Yayın. Ankara, 2007.

9. Keller MB, Klein DN, Hirschfeld RM, Kocsis JH, McCullough JP, Miller I, et al. Results of the DSM-IV mood disorders field trial. Am J Psychiatry1995;152:843-9.
10. Husain N, Gater R, Tomenson B, Creed F. Social factors as- sociated with chronic depression among a population-based sam- ple of women in rural Pakistan. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 2004:39:618-24.

11. Miranda D, Claes M. Musical preferences and depression in adolescence. Int J Adolesc Youth 2007;13:285-309.
12. Otto Rank. Doğum Travması. (Çevirmen Sabir Yücesoy). Metis Yayıncılık, İstanbul, 2017.

13. Mevlana Celaleddini Rumi. Mesnevi. Akçağ Yayınları: İstan- bul, 2016.
14. Behere AP, Basnet P, Campbell P. Effects of family structure on mental health of children: a preliminary study. Indian J Psy- chol Med 2017;39:457-63.

15. Sümer N, Gündoğdu Aktürk E, Helvacı E. Anne-Baba Tutum ve Davranışlarının Psikolojik Etkileri: Türkiye’de Yapılan Çalış- malara Toplu Bakış. Türk Psikoloji Yazıları 2010;13:42-59.

16. Mossakowski KN. Dissecting the influence of race, ethnicity, and socioeconomic status on mental health in young adulthood. Res Aging 2008;30:649-67.
17. Sullivan HS. The Interpersonel Theory of Psychiatry. WW Norton&Company, New York, 1953.

18. TBMM. Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken ön- lemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/148, 182, 187, 284, 285) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Raporu 2005. https://www.tbmm.gov.tr› sirasayi › donem22 › yil01

19. Goffredo B, Simon D. Religion and mental health . In: Cul- ture and Mental Health. A comprehensive textbook. Bhui K, Bhugra D. eds., Edward Arnold Ltd: London; 2007: pp.47-53.

20. Taş K, Güvendi T. Din ve Dünyevileşme Bağlamında Türk Toplumunda Tarikat ve Cemaatler. Tabula rasa Felsefe & Teoloji dergisi 2020; 34, Online Yayın, 01.03.2021

21. Drazenovich,G, Kourie C. Mysticism and mental health: a critical dialogue. HTS Teologiese Studies / Theological Studies, 2009;66, Art. #845, 8 pages.
22. Meriç C. Bu ülke. İletişim Yayınları: İstanbul, 2004.

23. Stone WF, Schaffner PE. The Psychology of Politics. Springer&Verlag: New York, 1988
24. Çarkoğlu A, Toprak B. Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset. TESEV Yayınları: İstanbul, 2006.

25. Gazete Vatan. “Ne keder ne de zafer birleştirdi Türkleri’’. 13.10.2015.
26. Arrindell, WA, Steptoe A, Wardle J. Higher levels of state de- pression in masculine than in feminine nations. Behav Res Ther 2003;41:809-17.
27. Prasadarao PSDV. International Perspectives on Culture and Mental Health. In:. SCulture and Mental Health Sociocultural In- fluences, Theory, and Practice. Eshun S, Gurung RAR, eds., Blackwell Publishing Ltd: London; 2009: pp.149-78.
28. Bhugra. D. Concluding remarks. Globalization, culture and mental health. Int Rev Psychiatry 2014;26:615-6.
29. Bayrak H. Dünya İnternet, Sosyal Medya ve Mobil Kullanım İstatistikleri. Dijilopedi, 3 Şubat 2021.
30. Fuchs C. Sosyal Medya. Eleştirel bir Giriş. Çev. Saraçoğlu D, Kalaycı İ. NotaBene Yayınları: İstanbul, 2016.
31. We are social and Hootside. Digital in 2021 Raport.
32. Kerem Congar. Dünyanın en mutlu ülkeleri listesi açıklandı: Türkiye 11 basamak geriledi. Euronews. 19.03.2021. 33.http://cdn.cnn.com/cnn/2019/images/04/25/globalstateofemo- tions_wp_report_041719v7_dd.pdf.
34. Keles B, McCrae N, Grealish A. A systematic review: the in- fluence of social media on depression, anxiety and psychological distress in adolescents. Int J Adolesc Youth 2020;25:79-93.
35. Vattimo G, The end of modernity: Nihilism and Hermeneutics in postmodern culture. Johns Hopkins University Press: Baltimore, 1988.

 

This is an open access article distributed under the terms of Creative Common Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Conflict of interest

The author disclosed that they did not receive any grant during conduction or writing of this study.

Financing

The European Research Journal 2022

Eur Res J 2022

 

OBSESYON (Takıntı, Saplantı, “Vesvese”)

OBSESYON

(Takıntı, Saplantı, Vesvese)

TANIM VE ÖZELLİKLER

İrade (istem) dışı gelen, kişiyi rahatsız eden, istemli bir çabayla zihinden uzaklaştırılamayan, benliğe yabancı düşünceler, dürtüler ya da hayallerdir.

Her insanın zihninde zaman zaman huzursuz edici, kabullenemediği, aykırı düşüncelerin belirmesi mümkündür; bunların yoğunluğu ve sürekliliği günlük hayatı, içsel huzuru bozacak bir boyut kazanırsa anormal (patolojik) kabul edilir.

Obsesyonlardan kaynaklanan yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu önlemek/azaltmak ya da ortadan kaldırmak amacıyla yapılan tekrarlı davranış ve zihinsel eylemlere de kompülsiyon denir.

Toplumda her 100 kişiden 2-3’ünde patolojik boyuta ulaşmış, tedavi gerektiren obsesyonlar ve kompülsiyonlar görülür. Daha Fazlasını Oku

Şizofreni

     Şizofreni, genç yaşta başlayan, kişinin çevresiyle ilişkilerinden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine has bir içe kapanma             aleminde yaşadığı, düşünce, duygulanım ve davranışlarda önemli sorunların görüldüğü bir ruhsal bozukluktur.

— Yaygınlığı

—İnsidans, farklı çalışmalarda % 0.11 ile 0.70 arasında değişmektedir.

—Nokta yaygınlığı: Herhangi bir zamanda şizofrenisi olan kişilerin genel toplumdaki oranı.  % 0.21 ile 0.7 arasındadır.

—Kadınlarda daha geç başlar, hastalığın seyri daha iyi bir gidiş gösterir.

—Şizofreni her toplumda ve her türlü sosyo-ekonomik kesimde görülebilmektedir. Daha Fazlasını Oku

Kronik depresyon

        Kronik depresyon

               (Distimi)

Bu bozukluk, aynı zamanda depresif huy, subaffektif bozukluk, minör depresyon, kronik karakterolojik depresyon, depresif kişilik, depresif mizaç gibi isimlerle de anılmıştır.

Kronik depresyon, kişinin alışılagelmiş benliğinin bir parçası olarak yaşanan, uzun süreli, dalgalı ve düşük yoğunluklu bir depresyon hali olarak tanımlanabilir.

Kronik depresyon durumları günümüzde ruh sağlığı uzmanları tarafından görülen hastaların önemli bir kısmını oluştururlar.

Bu ve benzeri hastalık/sağlık sınırının netleşmediği durumlar, uzmanları bir meydan okuma ile karşı karşıya bırakmaktadır: kişilik patolojileri ile iç içe geçmiş ya da onlardan köken alan, tedaviye hatta tanıya dirençli ruhsal sorunlar…

Daha Fazlasını Oku

KAYGI (ANKSİYETE) BOZUKLUKLARI. Nörobiyoloji

Kaygı, sıkıntı, anksiyete, endişe, bunaltı, tedirginlik, huzursuzluk, evham aynı anlamlarda kullanılan kelimelerdir. Kaygı insani durumun doğal bir parçasıdır ve tehlike tarafından harekete geçirilen biyolojik uyarı sistemi olarak görev yapar. —Düşük düzeyde anksiyete, olumsuz koşullarla başa çıkmamız için gereklidir de; fakat yüksek anksiyete düzeyi, kişiyi zayıflatır ve günlük yaşamını açıkça etkiler.
Danışanlar bu durumu “sıkıntı/daraltı/bunaltı basıyor”, “tıkanıyorum”, “bunalıyorum”, “boğulacak gibi oluyorum”, “kötü bir haber alacakmış gibi hissediyorum”, “telefon ya da kapı çalsa çok heyecanlanıyorum, kalbim çarpmaya başlıyor”. “çocuklarımın ya da yakınlarımın başına kötü bir şey gelebileceği düşüncesi ile çok endişeleniyorum” gibi cümlelerle anlatırlar.

Anksiyete aynı zamanda bedensel belirtilerin de eşlik ettiği huzursuz edici bir duygudur.
Anksiyete, kayıplardan, düşünsel çarpıtma veya yoğunlaşmalardan ya da içsel çatışmalardan kaynaklanabilir. İçsel dürtüler ve çevresel zorlanma ve talepler ya da değer sistemleri arasındaki çatışma da kaygıya yol açabilir.
Depresyondan farklı olarak, anksiyete tehdide karşı gelişen bir tepki olup, geleceğe yöneliktir. Bu tehdit, bir tehlike, destekten yoksun olma veya kaynağı bilinmeyen bir şey olabilir. Normal koşullarda anksiyete, kişiyi koruma mekanizması biçiminde ortaya çıkar. Depresyonda ise daha çok yitirilene karşı ve geçmişe dönük bir tepki söz konusudur.

ÖZET ANKSİYETE BOZUKLUKLARI

Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu

Bu rahatsızlıkta sürekli, aşırı ve durumla orantısız bir endişe hali söz konusudur. Yoğun endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz etkiler ve hatta olağan yaşam etkinliklerini sürdürmesini engeller. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler, “her şey kendi denetimlerinin dışındadır”, onlara göre iyi bir olasılık ya da geriye dönüş mümkün değildir. GAB’da aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile/çocuklar, parasal ya da mesleki konularla ilgilidir. Hep gergin, diken üzerindedirler, kolay yorulur, çabuk sinirlenir, dikkatlerini zor odaklarlar, kasları gergin, uykuları bozuk olabilir. Şöyle bir yaslanıp sükunetle keyif çatamazlar.

Panik Bozukluk

Tekrarlayan, ani gelen panik ataklarla birlikte sürekli biçimde başka atakların da geleceğinden kaygılanmak, atakların sonuçlarına yönelik duyulan felaketvari bir endişe, atak geleceği korkusuyla çoğu zaman aşırı kendini koruma/kollama/kaçınma davranışları söz konusudur.

Agorafobi, genelde panik bozuklukta gözlenir. Bireyin zor duruma düşmesi halinde kaçmanın ya da yardım almanın zor olacağı düşüncesi ile belirli yerlere gitmekten kaygılanıp kaçınmasıdır.
Kaygı yaratan bu fiziksel belirtiler panik atak belirtileri olabileceği gibi, bağırsak kontrolünü kaybetme, kusma, düşme gibi kişinin utandırıcı ya da aciz bırakıcı olarak gördüğü belirtiler olabilir. Kişinin tipik olarak kaçındığı durumlar arasında aşağıdakiler yer alır:
 evin dışına yalnız çıkma
 toplu taşıma araçları ( tren-metro, otobüs, uçak, vapur gibi)
 açık alanlar (köprü, otoban, parklar gibi)
 kapalı alanlar ( AVM, sinema, asansör, mağazalar gibi)
 kalabalık yerler/caddeler
 sırada/kuyrukta bekleme
Agorafobi hastaları, eve kapanmak gibi bir davranış sergileyerek korunmaya çalışırlar. Söz konusu yerlerde yalnız kalamazlar, yanlarında güvenebilecekleri bir kişinin olmasını isterler.

Sosyal Fobi (sosyal kaygı bozukluğu)

Kişinin, başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duymasıdır. Örnekler arasında toplumsal etkileşmeler (karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (yemek yerken ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (bir konuşma yapma) gibi haller vardır.

Özgül fobi, özgül bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı bir korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı kaçınma davranışıdır. Başlıcaları:
Hayvan fobileri: En sık görülen özgül fobi türüdür. En çok korkulan hayvanların başında kedi, köpek, kuş, böcek gibi hayvanlar gelir.
Yükseklik korkusu, kan ve yaralanma fobisi…

Ayrılma Kaygısı Bozukluğu

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğunun temel özelliği evden ya da evde bağımlı olduğu kişiden ayrılma konusunda aşırı kaygı duymaktır. Bu kaygı, bireyin yaşına göre beklenenden çok fazladır.
Bağımlı oldukları kişiden ayrıldıklarında onların nerede olduklarını bilmeye ve onlarla ilişki içinde olmaya (örn. telefon ile sık sık görüşme) gereksinim duyarlar. Eve dönme özlemi içindedirler ve sürekli yeniden bir araya gelme düşleri kurarlar.

Bağlandıkları kişilerden ayrıldıklarında kendilerinin veya onların bir kaza geçirecekleri ya da hastalanacaklarına ilişkin sürekli ve aşırı bir kaygı duyarlar.
Bu bozukluğu olan çocuklar sıklıkla kaybolma ve ana babasına bir daha kavuşamama korkusu yaşarlar. Tek başına evden veya bildik çevreden uzağa bir yere yolculuğa çıktıklarında huzursuzlaşırlar ve tek başlarına bir yere gitmekten kaçınırlar. Okul ya da kampa katılmaya karşı çıkarlar, arkadaşlarının evine ziyarete gitmez ya da orada uyumazlar, ufak tefek işler için bile evden çıkmazlar.
Bu çocuklar odada tek başına oturamazlar, yapışkan davranışlar gösterirler, evde ana babalarının çevresinde dolaşırlar ya da onları bir gölge gibi izlerler.

Seçici Konuşmazlık (Elektif Mutizm)

Konuşmanın gerekli olduğu okul, anasınıfı, yuva gibi belirli sosyal ortamlarda ısrarlı ‘konuşamama’ hali.
Bu çocuklar ev gibi tanıdık güvenli yerlerde ebeveynleri ve bazı yakınları ile rahatlıkla sohbet ederler.
Mutizm, yani suskunluk bir okula uyum sorunu değildir, sıradan bir utangaçlık ile de açıklanamaz. Buradaki sessizlik 1 aydan daha uzun süre devam eder ve konuşulan dili anlamama, bilmeme, kekemelik veya bir diğer iletişim sorunu ile de açıklanamaz.

Maddenin ya da ilacın yol açtığı anksiyete bozukluğu. Uyuşturucu ya da uyarıcı olarak kötüye kullanılan maddeler veya zaman zaman bir bedensel hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlar bunaltı sebebi olabilir.

NÖROBİYOLOJİ

Son 25 yılda anksiyete bozukluklarının oluşumunda biyolojik etkenlerin oynadığı rol çok daha detaylıca anlaşılmış ve önem kazanmıştır. Artık bu bozuklukların nedenlerini açıklamada yalnızca psikanalitik ve davranışçı-bilişsel görüşlerin yeterli olmadığı bilinmektedir.
Uzun zamandan beri korku, anksiyete ve öfke tepkilerinde otonom sinir sisteminin uyarılma durumuna geçtiği bilinmektedir.
Bir zamanlar korkuda adrenalinin, öfkede ise noradrenalinin daha fazla salgılandığı ileri sürülmüşse de konu bu denli yüzeysel değildir.

ANKSİYETE OLUŞTURMA ÇALIŞMALARI

Anksiyete konusundaki temel nörobilim bilgilerinin çoğu, davranışçı paradigmaları ve psikoaktif ajanları içeren hayvan deneylerinden gelir.
Anksiyete araştırması ile ilgili deneylerden biri, hayvana eş zamanlı olarak olumlu (ör:yiyecek) ve olumsuz(ör:elektrik şoku) uyaranların verildiği çatışma testidir.
Anksiyolitik ilaçlar (ör: benzodiazepinler) hayvanın bu duruma uyumunu kolaylaştırırken, diğer ilaçlar(ör: amfetaminler) hayvanın davranışsal yanıtlarını daha çok bozmuştur.
Özellikle spontan panik nöbetleri geçiren hastaların birçoğunda damar içi sodyum laktat infüzyonu ile ya da %5 CO2’li hava soluyarak deneysel anksiyete ya da panik nöbetleri ortaya çıkarılabilmektedir.
Bu çalışmalara dayanarak panik nöbetleri geçiren hastalarda beynin amigdala çekirdeklerinde, parahipokampal bölgede ve lokus seruleusda noradrenerjik sistemin etkinliğinde kalıtımla geçen bir bozukluğun olduğu; merkezi kemoreseptörlerde aşırı bir duyarlılığın var olduğu belirtilmektedir.

OTONOM SİNİR SİSTEMİ

Otonomik yanıtlar genellikle korku duyguları ile ilişkilidir. Bunlar beyinde amigdala ile lokus seruleus arasındaki karşılıklı bağlantılar tarafından düzenlenen kalp hızı ve kan basıncı artışlarını içerir.
Otonom sistemin uyarılması;
-Kardiyovasküler sistem: Taşikardi
-Kas sistemi: Baş ağrısı
-Gastrointestinal sistem: İshal
-Solunum sistemi: Takipne gibi belirtilere neden olur.
Bir korku yanıtı sırasında solunumda değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu değişiklikler, amigdala aracılığıyla parabrankial nukleusun aktivasyonu ile düzenlenir. Parabrankial nukleusun uygunsuz ya da aşırı aktivasyonu solunum hızında artış yanı sıra nefes darlığı, astımın alevlenmesi ya da boğulma hissi gibi belirtilere yol açabilir.

NÖROTRANSMİTERLER

Anksiyetenin korku ve endişe belirtilerini düzenleyen devrelerdeki işlev bozuklukları; serotonin , GABA, CRF, norepinefrin, voltaj kapılı iyon kanalları, dopamin (met genotipinde düşük KOMT aktivitesi, ona bağlı dopamin artışı ile artan anksiyete riski), glutamat nörotransmitterleri ile ilişkilendirilmiştir.

Norepinefrin (Noradrenalin)

Anksiyete bozukluklarında norepinefrinin rolü ile ilgili genel kuram, etkilenmiş hastalarda noradrenerjik sistemin ara sıra etkinlik boşalımları eşliğinde yetersiz düzenlenişe sahip olabilmesidir.

Kaygılı hastalarda görülen panik atakları, uykusuzluk, irkilme ve otonomik aşırı uyarılma gibi süreğen belirtiler, artmış noradrenerjik işlev özelliğidir. Noradrenerjik sistemin hücre gövdeleri esas olarak rostral ponstaki lokus seruleus’ta bulunur, aksonları serebral korteks, limbik sistem, beyinsapı ve spinal korda uzanır.
Primat deneyleri, lokus seruleus uyarılmasının hayvanlarda korku yanıtı meydana getirdiğini ve aynı bölgenin çıkarılmasının hayvanlarda korku yanıtını yok ettiğini ya da söndürdüğünü göstermiştir.

İnsan araştırmaları, panik bozukluğu olan hastalarda beta-adrenerjik reseptör agonistlerinin (ör: isoproterenol) ve alfa2-adrenerjik reseptör antagonistlerinin (ör: yohimbin) panik ataklarının sıklık ve şiddetini arttırdıklarını göstermiştir.
Aksine, bir alfa2-reseptör agonisti olan klonidin, bazı deney ve tedavi koşullarında kaygı belirtilerini azaltır.

Hipotalamo-Hipofizer-Adrenal Eksen

Kortizol enerji depolarının boşalmasına ve yeniden dolmasına yardım eder ve uyarılma, uyanıklık, dikkat odaklanması ve bellek oluşumu üzerinde pozitif etkileri vardır; büyüme ve üreme sisteminin inhibisyonu ve bağışıklık yanıtının kısıtlamasına katkıda bulunur.

Korku yanıtı, amigdala aktivasyonu nedeniyle ortaya çıkan kortizol salgılanmasında artış gibi endokrin etkiler tarafından karakterize edilebilir.
Aşırı ve devamlı kortizol salınması hipertansiyon, osteoporoz, bağışıklık baskılanması, insülin direnci, dislipidemi, koagülasyon bozuklukları ve sonunda ateroskleroz ve kardiyovasküler hastalık gibi ciddi olumsuz etkilere neden olabilir.
TSSB’de HHA eksen işlevinde değişiklikler gösterilmiştir.

Panik bozukluğu hastalarında, kortikotropin-serbestleştirici faktöre(CRF) küntleşmiş ACTH yanıtları bildirilmiştir.

Kortikotropin-Serbestleştirici Hormon (CRH)

Strese yanıtta en önemli mediatörlerden biri olan CRH, stres sürecinde oluşan adaptif davranışsal ve fizyolojik değişimleri düzenler.
Hipotalamik CRH düzeyi stresle artar ve bu durum HHA ekseninde etkinliğe ve kortizol ve DHEA salınımında artışa neden olur.
CRH, gıda alımı, cinsel etkinlik, büyüme ve üreme ile ilgili endokrin programlar gibi çeşitli nörovejetatif işlevleri de inhibe eder.

Serotonin

Birçok serotonin reseptör tiplerinin belirlenmesi, kaygı bozukluklarının patogenezinde serotoninin rolünün araştırılmasını teşvik etmiştir. Bu bağlantıya ilgi, önceleri serotonerjik antidepresanların bazı anksiyete bozukluklarında ör: OKB’de klomipraminin tedavi edici etkilerinin olduğunun gözlenmesiyle hareketlendi.
Çeşitli türlerdeki akut stres, prefrontal korteks, nükleus akümbens, amigdala ve lateral hipotalamustaki 5-hidroksitriptamin(5-HT) dönüşümünü arttırır.

Anksiyete bozuklukları tedavisinde, bir serotonin 5-HT1A reseptör agonisti olan buspironun etkinliği de serotonin ile anksiyete arasındaki ilişki olasılığını gösterir.

Serotonerjik nöronların hücre gövdelerinin büyük kısmı rostral beyin sapındaki raphe çekirdeklerinde yer alır ve serabral kortekse, limbik sisteme (ör. amigdala ve hipokampus) ve hipotalamusa uzantılar verir.
Birçok serotonerjik ve nonserotonerjik etkileri olan meta-klorofenilpiperazin (Mcpp) ve serotonin salınmasına neden olan fenfluramin ile yapılan bazı çalışmalar, bu ilaçların anksiyete bozukluğu olan hastalarda anksiyeteyi arttırdığını göstermiştir.

Pek çok anektodal çalışma da LSD ve MDMA gibi serotonerjik halüsinojenler ve stimülanları kullanan kişilerde, bu maddelerin hem akut hem de kronik anksiyete bozukluklarının gelişimi ile ilişkili olduğunu göstermiştir.

GABA

Anksiyete bozukluklarında GABA’nın rolü, bazı anksiyete bozuklukları türlerinin tedavisinde GABA-A reseptörlerinde GABA etkinliğini arttıran benzodiazepinlerin tartışmasız etkileriyle en kuvvetli şekilde desteklenmektedir.
Düşük güçteki benzodiazepinler yaygın anksiyete bozukluğu belirtilerinde en etkili ajanlar olmasına karşın, alprozalam ve klonazepam gibi yüksek güçteki benzodiazepinler panik bozukluğu tedavisinde etkilidir.

Primat çalışmalarında, bir benzodiazepin ters agonisti olan beta-karbolin 3 karboksilik asit (BKKA) verildiğinde anksiyete belirtilerinin ortaya çıktığı saptanmıştır. BKKA, normal gönüllü kontrollerde de kaygıya neden olur.
Bir benzodiazepin antagonisti olan flumazenil, panik bozukluğu olan hastalarda sık ve şiddetli panik ataklara neden olur.
Bu veriler, anksiyete bozukluğu olan bazı hastalarda anormal GABA-A reseptör işlevini düşündürmektedir.

Aplysia

Anksiyete bozukluklarının bir nörotransmitter modeli, Nobel Ödül sahibi Eric Kandel’in Aplysia California çalışmasına dayanır.
Aplysia tehlikeye karşı uzaklaşarak, kabuğuna çekilerek ve yeme davranışını azaltarak yanıt veren bir deniz salyangozudur. Bu davranışlar klasik olarak koşullandırılabilir ve böylece salyangoz nötr uyarana karşı sanki tehlikeli bir uyarana maruz kalmış gibi tepki verebilir.

Salyangoz aynı zamanda rastgele verilen şoklarla da duyarlı hale getirilebilir ve böylece gerçek tehlike yokluğunda bile kaçma yanıtı gösterebilir.
Klasik koşullandırılmış Aplysia fazla miktarda nörotransmitter salınımıyla sonuçlanan ölçülebilir presinaptik ileti değişiklikleri gösterir.

Deniz salyangozu basit bir hayvan olmasına rağmen, bu çalışma, insanlardaki anksiyete bozukluklarında muhtemelen var olan karmaşık nörokimyasal süreçlere deneysel bir yaklaşımı gösterir.
Klasik koşullanma ile insanlardaki fobiler arasındaki paralellik eskiden beri dikkat çekmektedir.

Nöropeptit Y (NPY)

NPY, memeli beyninde en bol bulunan peptitler arasında yer alan, 36 amino asitli oldukça iyi paketlenmiş bir peptittir.
NPY’nin anksiyete giderici etkilerinde amigdalanın yer aldığını gösteren kanıtlar güçlüdür ve bu etki muhtemelen NPY-Y1 reseptörü ile gerçekleşir.
NPY anksiyete, korku ve depresyonun açığa çıkmasında önemli olan beyin bölgelerinde CRH ve LC-NE sistemleri üzerinde ters düzenleyici etkilere sahiptir.
Aşırı eğitim stresi altındaki özel harekat askerlerinde yapılmış ön çalışmalar, yüksek NPY seviyelerinin daha iyi performansla ilişkisini göstermiştir.

Galanin

Galanin insanlarda 30 amino asitten oluşan bir peptittir. Öğrenme, bellek, ağrı denetimi, gıda alımı, nöroendokrin denetim, kvs düzenleme ve nihayet anksiyete gibi birçok fizyolojik ve davranışsal işlevde rol aldığı gösterilmiştir.
LC’ den köken alan yoğun bir galanin immünoreaktif lif sistemi, hipokampüs , hipotalamus , amigdala ve prefrontal korteks gibi ön beyin ve orta beyin yapılarını innerve eder. Sıçanlarda yapılan çalışmalarda MSS’ne uygulanan galaninin, anksiyete ile ilişkili davranışları düzenlediği gösterilmiştir. Galanin ve NPY reseptör agonistleri, anksiyete giderici ilaçların geliştirilmesinde yeni hedefler olabilir.

BEYİN GÖRÜNTÜLEME ÇALIŞMALARI

Hemen her zaman belirli bir anksiyete bozukluğuyla yürütülen çeşitli beyin görüntüleme çalışmaları, anksiyete bozukluklarını anlamamızda bazı ipuçları vermiştir. Yapısal çalışmalar (BT ve MRG) serebral ventriküllerin hacminde nadiren, bir miktar artış olduğunu gösterir.

Bir çalışmada bu artış, hastaların benzodiazepin kullanım süresinin uzunluğu ile ilişkili bulunmuştur.
Anksiyete bozukluğu olan hastalarda yapılan işlevsel beyin görüntüleme (fMRG) çalışmaları-ör, PET, SPECT ve EEG-frontal korteks, oksipital ve temporal bölgelerde ve bir panik bozukluğu çalışmasında parahipokampal girusta çeşitli anormallikler bildirmiştir.

Bazı işlevsel beyin görüntüleme çalışmaları da kaudat nükleusun OKB patofizyolojisinde rol oynadığını göstermiştir.
TSSB’de, fMRI çalışmaları korku ile ilişkili beyin bölgesi amigdalada etkinlik artışı saptamıştır.
Özgül fobide belirtileri uyarıcı uygulamalarla yapılan işlevsel görüntüleme çalışmaları amigdala, ön singulat korteks, talamus ve insula gibi duygusal algılamayla ilgili bölgelerin etkinliğinde erken artış olduğunu göstermektedir.

Bu veriler üzerine anlamlı bir yorum yapmak gerekirse, anksiyete bozukluğu olan bazı hastalarda, gösterilebilir işlevsel bir serebral patolojik durum söz konusudur; ne var ki bu bulgular bugün için ne tedavisel ne de tanısal öneme sahiptir. Maalesef gereğinden çok çok fazla beyin görüntüleme işlemi istismar aracı olarak kullanılmaktadır.

Genetik Çalışmalar

2005’de, Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünün mali desteğiyle yürütülen ve Nobel Ödüllü Dr. Eric Kandel başkanlığında bir bilim ekibi, beynin korku merkezinde yer alan bir geni engellenmiş farelerin, normalde içgüdüsel ya da öğrenilmiş korku yanıtlarını tetikleyen durumlardan rahatsız olmadığını göstermiştir. Bu gen, korku belleğinin oluşmasında amigdala için önemli rol oynayan bir protein olan statmini kodlar.

Statmini engellenmiş fareler, daha önce bir şok etkisi ile ilişkilendirilen sesi duyduklarında, daha az anksiyete göstermişlerdir ki bu, daha az öğrenilmiş korkuya işaret eder.
Geni engellenmiş fareler, ayrıca azalmış içgüdüsel korkunun yansıması olarak, yeni açık alanları ve karmaşık ortamları araştırmaya daha elverişli hale gelmişlerdir.
Statminin insan amigdalasında benzer etkiyi gösterip göstermediği ve anksiyetede önemli rolü olup olmadığı teyit edilmemiştir.
Anksiyete bozukluklarıyla yapılan sınırlı sayıdaki aday gen, genom boyu ilişkilendirme ve kopya sayısı çeşitlemeleri çalışmalarından henüz yeterli sonuçlar alınamamıştır.
NÖROANATOMİK DEĞERLENDİRMELER

Anksiyete ve korku belirtileri (ör:panik atakları ve fobiler) amigdala merkezli bir beyin devresi tarafından düzenlenir. Öte yandan, endişe (ızdırap, endişeli beklenti ve obsesyonlar) kortiko-striato-talamo-kortikal bir devre tarafından düzenlenir.

Korku duyguları, amigdala ile anterior singulat korteks ve amigdala ile orbito frontal korteks arasındaki karşılıklı bağlantılar tarafından düzenlenmektedir. Kaçınma davranışı, amigdala ile periakuaduktal gri cevher arasındaki bağlantılar tarafından düzenlenen motor bir yanıttır.

Lokus seruleus ve raphe çekirdekleri esas olarak limbik sisteme ve serebral kortekse uzantılar verir. Beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen verilerle birleştirildiğinde bu alanlar, anksiyete bozukluklarında nöroanatomik yapılarla ilgili birçok varsayımın odağı haline gelmiştir.

Limbik Sistem

Noradrenerjik ve serotonerjik uyarıları almanın yanısıra, limbik sistem yüksek yoğunlukta GABA-A reseptörleri de içerir.
İnsanlar dışında primatlarda yapılan çıkarım (ablasyon) ve uyarım (stimulasyon) çalışmalarında da limbik sistemin anksiyete ve korku yanıtlarının oluşmasında etkileri gösterilmiştir.
Literatürde, limbik sistemin iki alanına özel önem verilmiştir: Kaygıya yol açan septohipokampal yolaktaki etkinlik artışı ve özellikle OKB’nin patofizyolojisinde etkin olan singülat girus.

Serebral Korteks

Frontal serebral korteks, parahipokampal bölge, singülat girus ve hipotalamusla bağlantılıdır ve bu nedenle anksiyete bozukluklarının oluşumundan sorumlu olabilir.
Temporal korteks de anksiyete bozukluklarından sorumlu bir patofizyolojik bölgedir. Bu ilişki, temporal lob epilepsisi olan bazı hastalarla OKB’li hastalar arasındaki klinik görünüm ve elektrofizyolojik benzerliklere dayanır.

Hipokampus ve yeniden deneyimleme

Anksiyete yalnızca bir dış uyarıyla değil aynı zamanda kişinin anılarıyla da tetiklenebilir.
Hipokampusta saklanan travmatik anılar amigdalayı aktive edebilir ve amigdalanın da sırayla diğer beyin bölgelerini aktive etmesine ve bir korku yanıtı oluşturmasına neden olabilir.
Bu travmaya neden olan olayı yeniden deneyimleme olarak adlandırılır ve TSSB’nin özgün bir özelliğidir.

KAYNAKÇA

1- Kaplan &Sadock: Psikiyatri 11. Baskı
2- DSM-5 Tanı Ölçütleri
3- Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 4. Baskı. Eds: Prof. Dr. Orhan Öztürk, Prof. Dr. Aylin Uluşahin
4- Stahl: Temel Psikofarmakoloji. 4. Baskı
5-Russell Noyes, Jr, Rudolf Hoehn-Saric: Anksiyete Bozuklukları

BİPOLAR BOZUKLUK

          BİPOLAR BOZUKLUK

(bipolar hastalık, iki uçlu duygudurum bozukluğu, bipolar afektif bozukluk, manik depresif bozukluk, manik depresyon, manik atak)

Dünya sağlık örgütüne göre bipolar bozukluk, en önemli toplum sağlığı sorunları sıralamasında 6. sıradadır. Çünkü hızla tedavi edilmezse potansiyel olarak pek çok kayba yol açabilecek bir hastalıktır.  Başlangıç yaşı eğitimin ve uzun vadeli ilişkilerin düzenlendiği geç ergenlik/erken erişkinlik dönemine rastlar.

•Doğrudan ve dolaylı maddi kayıplar hesaplanamaz boyuta ulaşabilir.

•İşgücü kaybı,

•Sosyal kayıplar…ve suisid riski…

•Suisid (intihar) riskinin en yüksek olduğu dönem depresyon dönemidir.

Bipolar bozukluk deyince yaygın olarak manik nöbet akla gelse de bu hastalığın arka planda asıl baskın unsuru depresyondur.

  Daha Fazlasını Oku