
BABAMIN DOKSAN YILI
Uzun bir yoldu, hep yokuş!
1928’de doğmuşsun, Atatürk dönemini hatırlıyorsun. 29’da çok uzaklardaki Sivas depreminde, çit evinizin çatısı beşiğinin üzerine düşmüş; babaannem beşiğin yarısının çitin dışında yarısınınsa içinde kaldığını anlatırdı. Belki bu yüzden belki de ilk evlat olduğun için seni nazladığını sanıyorum. Gururluydun…
Babanın mesleği yüzünden ailemiz “değirmenciler” olarak anılmasından çocukken incinirdim. İkizim Şensel’le beni babaannem doğurtmuş. İki oğlun varken arkadan iki tanesinin daha gelmesine üzülmüş müydün ki? Annem sevindiğini söylerdi.
Öğretmenliğine kadarki yoksulluğunuzu uzun uzun anlatmayı severdin. Sadece 50 kilometre yürüyerek ameleliğe gittiğini söylesen başka söze gerek kalır mıydı ve bilmem kimseler inanır mıydı?
Öğretmen okuluna köydeki muskacı komşunun eski ayakkabısı ile gitmişsin. Çocukken keçi otlatır, köylülerin meyvelerini toplar, ağaçlarını budar karşılığında yiyecek ve odun alırmışsın. Bunlar biraz da ülkemin yirminci yüzyılının hikayesi değil mi?
Okuduğun köy enstitüsünde sadece Türkçe, matematik değil, ziraat, mobilyacılık gibi zanaatlar da öğrendiğinizi anlatırdın.
İlk öğretmenimdin, ilkokulumuzun da müdürü. Disiplininden herkes titrerdi. O sertlikle Adilcevaz’dan Alaçam’a, Anadolu’nun ıssız köşelerinde bir kahraman edasıyla öğretmenlik yapmıştın. Kim bilir belki gerçekten o dağ başlarının “başıboş”, özgür çocuklarına başka türlü eğitim verme şansın yoktu, belki de vardı bilemiyorum.
Doğruluk, dürüstlük üzerine sözlerin iliklerimize işlerdi. Çok sonraları kusursuz insan olamayacağını fark ettik ama tornandan geçmiştik bir kere.
Seninle yığınla unutulmaz anımız var, çoğu hüzün renginde…
İstenen pantolonu alamadığın için okuluna üç yıl gecikmeli gittiğine hala inanamıyorum.
Altı çocuğunu açlık-susuzluk hissettirmeden büyütmene hayret ediyorum!
İlkokul sonrası yaşı 11’e basan/basmayan evlatlarını birer ikişer uzaklara gönderdiğin yıllar.
Mola yerlerinde, menüdeki tek seçeneğimizin çorba olduğu yollar…
Bizi gurbete uğurlarken üzüldüğünü belli etmezdin. Gün doğarken yatılıya uğurlanma yerimiz Kaptan’ın Boğaz, hala boğazımda düğümdür. Yokuş, kıvrımlı, taşlık yolun ucundaki tahta köprüyü geçince vardığımız düz, toprak yolda dönüp geridekilere el sallardık. O buğulu hatıra, hep ayrılığın ve hüznün resmi olarak gözlerimdedir.
Senin otoritenden biraz kurtulduğumuz yaşlarda bastıran politik şiddet, bugün bile bitmeyişine öfkelendiğim kör döğüşleri, aptalca kamplaşmalar, uğursuz önyargılar, bir de “dava” denilen hinlikler, sahtelikler, psikopatlıklar…
Tamamına yakını sol eğilimli bölgemizde hasbelkader sağ cenaha düşmüş bir aile olmamızın trajedisi. Kendi köyümüzde yaşadığımız tecrit, en yakın komşumuz/akrabamız Cemal amcayla oğlu Osman’ın, birçok sınıf, sıra, mahalle arkadaşımızın yollarda, okullarda, yataklarında, tenhalarda katledilmeleri. Ölümün kol gezdiği zamanlar. Bilmem ki “ölenler iyilerimiz miydi” yoksa?
Solun “kurtarılmış bölgesi”, polisin jandarmanın adının bile duyulmadığı Fatsa’da, devrim mahkemesinde kendi öğrencilerince yargılanmanı, bize zarar gelmemesi için onlara minnet etmeni unutamıyorum. Kaderde öğretmenine saygılı gençler de varmış ki hala hayattayız, şaşırıyorum.
Öğrencilerin sopayla adam olacağına iman etmene, diğer öğrencilerden ayırım yapmayasın diye bize daha da sert davranmış olmana üzülüyorum. Ve hala en çok sopanı yiyen öğrencilerinin seni anıp “ellerinden öperiz, bizi o adam etti!” diye minnet duymalarından gururlanıyorum…
Ciddiyetin yüzünden bizi az sevdiğini sanırdık. Bize sadece ayrılık ve kavuşma anlarında sarılırdın. Hasta olduğumuzda ve sen başımızı okşadığında bizi sevdiğini fark eder, mutlu olurduk. Ölümünden kısa süre önce kardeşimi “Rüstem” diyerek öptüğünü duyunca gözlerim doldu…
O Nazi subayı üslubunu yaşlılığında arada bir sana karşı kullanırdım, zaten azalan işitmen yüzünden bağrışmamız yeni muhabbet yöntemimiz ve hep birlikte gülme sebebimiz olmuştu. Böylece senden korkularımız da birer birer silindi.
Bize iki önemli şey öğrettin: dürüstlük ve haksızlık karşısında susmamak. İkisi de onurumuzu inşa etti ama bu çağa da hiç uymuyor ki baba! Hatta başımızı ikide bir belaya sokup duruyor ama güvenilirliğimizi koruyor ya bu yeter!
Senden kaptığım mükemmelciliğin yoruculuğunu oldukça geç fark ettim. Güvenmenin aldanmak denen bir coğrafyada doğduğumuzu, politikacılara dürüstlükten söz etmenin gülünçlüğünü de…Bugün yığınla kötülüğü, yalanı gördükçe bazen bize “dürüst insan olun!” demekle yanlış mı yaptığın hissine kapılıyorum.
Şakacı anlatımın herkesi neşelendirirdi. Öğrencilerine bir konuyu anlattıktan sonra “bakın çok kolay, ben bile anladım” deyişin, bir giysinin fiyatını söyleyen satıcıyı “arsa fiyatınaymış” deyip güldürmen benim de taklit ettiğim esprilerin.
Yıllar geçtikçe gözümüzde büyüdün, düne kadar sitemini ettiğimiz her şey kayboldu; kolay affeder, kolay özür diler olduk, biz de büyüdük yani. Şimdi hüzün ve hatıra karışımı her olay yeniden anlamlanıyor, böyle bir babayla gururlanıyoruz, 90’ı aşan ve çoğu yokuş olan yolculuğuna derin saygı duyuyoruz, seni yeni baştan seviyoruz…
Babalar dağlar gibidir ne de olsa!
Bu kadar çocuğu büyütmen yanında bir de uzun yıllar okutmayı nasıl becerdin bilemiyorum? İstediğin gibi kusursuz olamadıysak da bir baltaya sap olduk; hayatsa tam senin düşündüğün gibi değilmiş baba!
Çocuklarıma senin bize davrandığından daha yumuşak davransam da babalık sana daha çok yakışıyor. İsterdik ki orada oturup, bize gitgide unuttuğun geçmişten söz etsen, çocuklarımıza bizim çocukluğumuzu anlatıp bazen de kızıp dursaydın hani…
Yeter ki dursaydın!
Sayın Doktorum,
Zaman zaman kendimde hissettiğim “kaygı bozukluğu,panik atak” gibi rahatsızlığım için baktığım internette sitenizden ilgili bölümleri okurken özel yazınız “doğduğunuz köyle” ilgili kısmıda okudum.Oralar daha da dikkatimi çekti.Zevkle okudum.Bende bir eğitimciydim.4 yıl öğretmenlik 33 yıl idarecilik yaptıktan sonra 2017 de emekli oldum.64 yaşındayım.Bende görevde iken babanız kadar olmasa da tatlı sert bir üslup sahibiydim.Şaşırdığınız gibi sert mizaca karşın muhatap olan öğrenciler yıllar geçse de saygı-sevgi gösterirler.Öğrencilerim arasında müsteşar ,b.şehir valisi,prof.,rektör… v.s. vardır.O sertlikten etkilenmemişler ve her zaman saygı ve sevgiden kusur etmezler,sağolsunlar.Bu şundandır doktorum.Onlar senin yerine göre hareket ettiğini keşfetmişlerdir. Haksız bir davranışta bulunmadığını anlamış lardır.O bakımdan saygı da kusur etmezler.Neyse doktorum .Yazınız hoştu.Ben Tokat’tayım. Yakın illerde olsaydın ziyaretine gelir ,muayene de olurdum.Yazınızın seyrinden bu kanaate sahip oldum.Gönül dünyamı hoş ettiniz.Sağolun.Babanızı görmek elini öpmek isterdim.O resimdeki babanız galiba . Hoşca kalın Allah’a emanet olun.
Bilmukabele efnedim
Allah rahmet eylesin Mekanı cennet olsun Arkasından hayır dua ile yadedenler artsın Fatiha okuyanları bol olsun
Allah razı olsun abi.