Randevu: 0530 850 60 02

Babamın Doksan Yılı

BABAMIN DOKSAN YILI

Uzun bir yoldu, hep yokuş!

1928’de doğmuşsun, Atatürk dönemini hatırlıyorsun. 29’da uzaklardaki Sivas depreminde, çit evinizin çatısı beşiğinin üzerine düşmüş; babaannem beşiğin yarısının kapının dışında yarısınınsa içerde kaldığını anlatırdı. Belki bu yüzden belki de tek oğlu olduğun için seni nazladığını sanıyorum. Gururluydun…

Babanın mesleği yüzünden ailemiz “değirmenciler” diye anılırdı, çocukken bundan incinirdim. İkizim Şensel’le beni babaannem doğurtmuş. İki oğlun varken arkadan iki tanesinin daha gelmesine üzülmüş müydün ki? Annem sevindiğini söylerdi.

Öğretmenliğine kadarki yoksulluğunu uzun uzun anlatmayı seviyordun. Sadece 50 kilometre yürüyerek ameleliğe gittiğini söylesen başka söze gerek kalır mıydı ve bilmem ki kimseler inanır mıydı?  

 

Öğretmen okuluna köydeki muskacı komşunun eski ayakkabısı ile gitmişsin. Çocukken keçi otlatır, köylülerin meyvelerini toplar, ağaçlarını budar, karşılığında yiyecek ve odun alırmışsın. Bunlar biraz da ülkemin yirminci yüzyılının hikayesi.

Önce köy enstitüsünde okuyup, onlar kapanınca açılan öğretmen okullarının ilk mezunlarısınız. Sadece Türkçe, matematik değil, ziraat, mobilyacılık, taş işçiliği gibi değişik zanaatlar da öğrendiğinizi anlatırdın.

İlk öğretmenimdin, ilkokulumuzun da müdürü. Disiplininden herkes titrerdi. O otoritenle Adilcevaz’dan Alaçam’a, Anadolu’nun ıssız köşelerinde bir kahraman edasıyla öğretmenlik yapmıştın. Kim bilir belki gerçekten o dağ başlarının “başıboş”, özgür çocuklarına başka türlü eğitim verme şansın yoktu, belki de vardı bilemiyorum.

Doğruluk, dürüstlük üzerine sözlerin iliklerimize işlerdi. Kusursuz insan olamayacağını geç de olsa fark ettik ama tornandan geçmiştik bir kere.

Seninle yığınla unutulmaz anımız var ama çoğu hüzün renginde…

İstenen pantolonu alamadığın için okuluna üç yıl gecikmeli gittiğine hala inanamıyorum.

Altı çocuğunu açlık-susuzluk hissettirmeden büyütmene hayret ediyorum!

İlkokulu bitirip yaşı 11’e basan/basmayan evlatlarını birer ikişer uzaklara gönderdiğin yıllar.

Mola yerlerinde menüdeki tek seçeneğimizin çorba olduğu yollar…

Bizi gurbete uğurlarken üzüldüğünü belli etmezdin. Gün doğarken yatılıya uğurlanma yerimiz Kaptan’ın Boğaz, hala boğazımda düğümdür. Oradaki yokuş, kıvrımlı yolu inip tahta köprüyü geçince vardığımız düz, toprak yolda dönüp geridekilere el sallardık. O buğulu hatıra, hep ayrılığın ve hüznün resmi olarak gözlerimdedir.

Otoritenden biraz kurtulduğumuz yaşlarda bastıran politik şiddet, bugün bile bitmeyişine öfkelendiğim aptalca kamplaşmalar, uğursuz önyargılar, “dava” diye pazarlanan vahşet, psikopatlıklar…

Tamamına yakını sol eğilimli insanların yaşadığı bölgede hasbelkader sağ cenaha düşmüş bir aile olmamızın trajedisi. Kendi köyümüzde yaşadığımız tecrit, en yakın komşumuz/akrabamız Cemal amcayla oğlu Osman’ın, birçok sınıf, sıra, mahalle arkadaşımızın yollarda, okullarda, yataklarında, tenhalarda katledilmeleri. Ölümün kol gezdiği zamanlar. Bilmem ki “ölenler iyilerimiz miydi” yoksa?

Solun “kurtarılmış bölgesi”, polisin jandarmanın sesinin duyulmadığı Fatsa’da, devrim mahkemesinde kendi öğrencilerince yargılanmanı, bize zarar gelmemesi için onlara dil dökmeni unutamıyorum. İyi ki kader varmış, öğretmenine saygılı delikanlılar da varmış ki hala hayattayız, şaşırıyorum.

Öğrencilerin sopayla adam olacağına iman etmene, diğer öğrencilerinden ayrım yaptığın düşünülmesin diye bize daha da sert davranmış olmana üzülüyorum. Ve hala en çok dayağını yiyen öğrencilerinin seni ikide bir anmaları, “ellerinden öperim, bizi o adam etti” diyerek minnet duymaları biraz garibime gitmiyor değil…

Duygularını göstermezdin. Bize sadece ayrılık ve kavuşma anlarında sarılırdın. Hastalığımızda başımızı okşadığında bizi sevdiğini fark eder mutlu olurduk. Ölümünden kısa süre önce kardeşimi “Rüstem” diyerek öptüğünü duydum, gözlerim doldu…

O Nazi subayı üslubunu yaşlılığında arada bir sana karşı kullanırdım, zaten azalan işitmen yüzünden “bağrışmamız” yeni muhabbet yöntemimiz ve beraberce gülme sebebimiz olmuştu. Böylece senden kalan korkularımız da birer birer silindi.

Bize iki önemli şey öğrettin: dürüstlük ve haksızlık karşısında susmamak. İkisi de onurumuzu inşa etti ama bu çağa da hiç uymuyor ki baba! Hatta başımızı ikide bir belaya sokup duruyor ama insanlığımızı koruyor ya bu yeter!

İnsanlarda senin gibi benim de mükemmellik aradığımı 50 yaşından sonra fark ettim. Güvenmenin aldanmak denen bir coğrafyada doğduğumuzu, politikacılara dürüstlükten söz etmenin gülünçlüğünü de geç öğrendim. Bazen ülkemde öyle olaylar, öyle yalanlar görüyorum ki “iyi insan olun! demekle bizi yanlış yönlendirdiğin hissine kapılıyorum.

Şakacı anlatımınsa herkesi neşelendirirdi. Öğrencilerine bir konuyu anlatırken “bakın çok kolay, ben bile yapıyorum” deyişin, bir giysinin fiyatını söyleyen satıcıyı “arsa fiyatınaymış bu” diyerek güldürmen benim de hala taklit ettiğim esprilerin.

Yıllar geçtikçe gözümüzde büyüdün, düne kadar sitemini ettiğimiz şeyler birer birer kayboldu; kolay affeder, kolay özür diler olduk, biz de büyüdük yani. Şimdi özlem ve hatıra karışımı her olay yeniden anlamlanıyor, böyle bir babayla gururlanıyoruz, 90’ı aşan ve çoğu yokuş olan yolculuğuna derin saygı duyuyoruz, seni yeni baştan seviyoruz…Babalar dağlar gibidir ne de olsa!

Bu kadar çocuğu büyütmenin yanı sıra bir de uzun yıllar okutmayı nasıl becerdin anlayamıyorum? İstediğin gibi kusursuz olamadıysak da bir baltaya sap olduk; hayatsa tam senin anlattığın gibi değilmiş baba!

Çocuklarıma senin bize davrandığından daha yumuşak davransam da babalık sana daha çok yakışıyor. İsterdik ki orada oturup, bize gitgide unuttuğun geçmişten söz etseydin, çocuklarımıza bizim çocukluğumuzu anlatıp bazen de kızıp dursaydın hani…

Yeter ki dursaydın!

Prof. Dr. Rüstem Aşkın

Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı
Psikiyatri & Psikoterapi

“Babamın Doksan Yılı” üzerine 5 yorum

  1. Sayın Doktorum,
    Zaman zaman kendimde hissettiğim “kaygı bozukluğu,panik atak” gibi rahatsızlığım için baktığım internette sitenizden ilgili bölümleri okurken özel yazınız “doğduğunuz köyle” ilgili kısmıda okudum.Oralar daha da dikkatimi çekti.Zevkle okudum.Bende bir eğitimciydim.4 yıl öğretmenlik 33 yıl idarecilik yaptıktan sonra 2017 de emekli oldum.64 yaşındayım.Bende görevde iken babanız kadar olmasa da tatlı sert bir üslup sahibiydim.Şaşırdığınız gibi sert mizaca karşın muhatap olan öğrenciler yıllar geçse de saygı-sevgi gösterirler.Öğrencilerim arasında müsteşar ,b.şehir valisi,prof.,rektör… v.s. vardır.O sertlikten etkilenmemişler ve her zaman saygı ve sevgiden kusur etmezler,sağolsunlar.Bu şundandır doktorum.Onlar senin yerine göre hareket ettiğini keşfetmişlerdir. Haksız bir davranışta bulunmadığını anlamış lardır.O bakımdan saygı da kusur etmezler.Neyse doktorum .Yazınız hoştu.Ben Tokat’tayım. Yakın illerde olsaydın ziyaretine gelir ,muayene de olurdum.Yazınızın seyrinden bu kanaate sahip oldum.Gönül dünyamı hoş ettiniz.Sağolun.Babanızı görmek elini öpmek isterdim.O resimdeki babanız galiba . Hoşca kalın Allah’a emanet olun.

    Yanıtla

Yorum yapın