OSMANLI’DAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE
“Hüsranlardan arta kalan”
Cumhuriyet 29 Ekim 1923 günü ilan edilir, Gazi Mustafa Kemal, Meclis tarafından oybirliği ile Cumhurbaşkanı seçilir. Hemen ertesi gün 30 Ekim 1923’te silah arkadaşı İsmet İnönü’ye kendi el yazısıyla yazdığı mektupta “işlerinin kolay olmadığını” şu ifadelerle anlatır:
Bize kalan miras, geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan. Fakir bir köylü devletiyiz. Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az.
Dört bin kilometre demiryolunun bir metresi bile bizim değil.
Köylümüzü topraklandırmalı, bir çift öküz ve bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmaz.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayımız 136, pek az şehirde eczane var.
Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu.
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde, bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta.
Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor.
Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgelerde ve önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok.
Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik ancak İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Osmanlı devleti, 1800-1918 arasındaki 118 yılın 53 yılını savaşlarla geçirdi. Ülke yanıp yıkıldı. Anadolu dışındaki insanlar sırtlarında birer çuvalla, yarısı yollarda kırılarak büyük göç dalgaları halinde Anadolu’ya sığındı. Trablusgarp’la başlayan ve Kurtuluş Savaşı ile biten son savaş dönemi toplam 12 yıl sürdü.
1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Antlaşması ve ardından diğer Batılı devletlerle imzalanan benzer antlaşmalar gümrük duvarlarını büyük ölçüde kaldırdı. Osmanlı pazarları ucuz ve düşük kaliteli Avrupa ürünlerinin işgaline uğradı, yerli ürünler piyasadan silindi. Savaşlarla birlikte bu süreç önce ticaret ve sanayimizi, ardından devletin maliyesini ve sonunda devleti batırdı.
Osmanlı bütçesinin aslan payı Avrupa’ya olan borçlara (Düyunu Umumiye) ve savunma harcamalarına gidiyordu. Kişi başına düşen gelir Batı Avrupa’nın onda biri, Bulgaristan ve Yunanistan’ın beşte biri kadardı. Avrupa sanayileşmiş, Osmanlı tarım devleti olarak kalmıştı.
İttihat ve Terakki, sürekli asker/memur olma özlemindeki halkı üretici olmaya, ticarete, sanata teşvik etti. Hemen her alanda yurtdışına öğrenciler gönderildi. Bu yolla Şükrü Saraçoğlu’dan, İbrahim Fazıl Pelin, Hasan Saka, Mustafa Şekip Tunç, Avni Lifij ve Çallı İbrahim’e kadar Cumhuriyet’in sayılı bilim ve sanat insanları yetişti. Cumhuriyetçi kadroların çoğu İttihatçı idi.
Meclise sunulan 6 Temmuz 1914 tarihli bütçede devletin toplam gideri 34 milyon lira, eğitime ayrılan miktar sadece 500 bin lira, kibrit ithaline ayrılan ödenek ise 200 bin liraydı!
28 Temmuz 1914’te Birinci Dünya Savaşı patladığında ülkeyi yönetenler, padişahı kenara itmiş, siyaseten cahil bir kadroydu. Enver Paşa, Mustafa Kemal’i ve diğer savaş karşıtı komutanları istemiyordu çünkü “Savaşa girmezsek İngiltere ve Rusya bizi parçalayacak!” düşüncesindeydi. Birkaç ayda bitecek sanılan Büyük Savaş dört yıl sürdü. Tarihin o güne kadar gördüğü bu en kanlı savaşta yaklaşık 40 milyon insan can verdi. Biz de 60 bini sadece Sarıkamış taarruzunda olmak üzere 325.000 askerimizi şehit verdik.
Türk aydınlarının en yiğit, idealist ve eğitimlileri gittikleri cephelerden geri dönmedi. Ekonomi tümden harap oldu. Ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştı. Hayvan ve erkek bulunmadığı için kağnıya ve sabana kadınlar koşuldu.
Osmanlı’nın bunları kaldıracak takati yoktu ve savaş bittiğinde (1918) “dokunsan yıkılacak haldeydi”. Ülkeyi savaşa sokan kadro kendi güvenlikleri için birer ikişer ülke dışına çıktıysa da pek çoğu yabancı ülkelerde, suikastlarda hayatlarını kaybetti. 13 Kasım 1918 ve 4 Ekim 1923 arasında İstanbul, beş yıl boyunca İngiltere ve diğer İtilaf Devletlerinin işgali altında kaldı.
İngiltere ve müttefikleri Suriye, Irak ve Kudüs’ü işgal etti. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi, 10 Ağustos 1919’da ülkemize çok ağır şartlar dayatan Sevr Antlaşması imzalandı. Millî Mücadele zaferle sonuçlandığında ise 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması yapıldı.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 5-10 sanayi işletmesinin yanı sıra Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, ilkokuldan üniversiteye her kademeden okullar, ordu, parlamento, siyasî partiler, itfaiye, posta, jandarma ve polis teşkilâtları, spor kulüpleri, Kızılay, Yeşilay, Ziraat Bankası, gazeteler, Osmanlının borcu, Osmanlının bayrağı ve çok sayıda kanun miras olarak kaldı. Cumhuriyet bu miras üzerinde yükseldi.
Mustafa Kemal Paşa, Enver, Fevzi, Karabekir Paşalar bu devrin çok iyi yetişmiş kurmaylarıdır ancak birer subay olarak coğrafyaya ve dünya siyasetine vakıf değildiler.
Osmanlıda Tanzimat sonrasında açılan yabancılara ait okullarda ve bir kısmı da Avrupa’da eğitim gören bürokrat-aydın kuşağın temsilcileri 1980’li yıllara kadar ülkenin seçkinlerini oluşturdu. Hâkim kültür Fransız kültürü idi.
Osmanlıda Hristiyanlar uzun yıllar askerlikten muaf oluşları, dış dünya ile bağlantıları ve yabancı ülkelerce korunmaları, kapitülasyonlardan sağladıkları kazanımlar, matbaayı Müslümanlardan yüz elli yıl önce kullanmaya başlamaları ve etkin eğitim kurumlarına sahip olmaları gibi avantajlarla ülkede hâkim unsur oldular. Batılılaşma yolunda da gayrimüslimler aktif rol aldılar.
Mustafa Kemal Atatürk, Mersin gezisinde şehirde gördüğü büyük binaların kime ait olduğunu soruyordu…
“Bu köşk kimin?”
“Kirkor’un…”.
“Ya şu koca bina?”
“Yargo’nun…”.
“Ya şu?”
“Solomon’un…”.
Atatürk öfkeyle:
“Onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz?”.
Toplananlar arasından bir köylünün sesi duyuldu:
“Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlarda, Arnavutluk Dağları’nda, Kafkas’larda, Çanakkale’de savaşıyorduk Paşa’m!”.
Atatürk, bu hatırasını anlatırken şöyle dedi:
“Hayatta cevap veremediğim yegâne insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur…”.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devredilen, burjuvazi, sermaye ve girişimcilik değil devletçilik ve memuriyettir; ne yazık ki bunlar hala en iyi koruduğumuz sermayemizdir(!).
Osmanlı istatistiklerine göre 1912 yılında sanayinin yüzde 48’i Rumlara, yüzde 30’u Ermenilere, yüzde 10’u diğer azınlıklara ve sadece yüzde 12’si Türklere aitti!
Cumhuriyetin ilk hedefi öylesine mütevazı idi ki sadece üç beyazda, un, şeker ve pamukta ülkeyi kendine yeter hale getirmekti ve bu başarıldı.
Prof. Dr. Rüstem Aşkın
Yüzyılın Hikayesi (Kitap)